30 Haziran 2007 Cumartesi
29 Haziran 2007 Cuma
vamanos vamanos
28 Haziran 2007 Perşembe
27 Haziran 2007 Çarşamba
Günün Sözü
aristoteles
26 Haziran 2007 Salı
Sahibinden çok temiz Powerball
25 Haziran 2007 Pazartesi
Kayıp aranıyor
Donuyorum
Gündüzleri hallice bir bahar havası hüküm sürerken akşamları çölsel iklim kendini hissettiriyor. İlk gece resepsiyona inip klimayı kapattırayım bu ne soğuk ya dedim. Görevli arkadaşı dürte dürte uyandırdım ama kendisini klimanın açık olduğuna ikna etmem biraz sürdü. Tartışmayı daha da uzatırdım aslında ama arkadaşın “otelde klima yok abi” argümanına karşı ne diyeceğimi bilemedim. Hava zaten bu soğukluktaymış.
Akşamları bir tanesi altta olmak üzere 3 battaniyeyle yatıyorum. Zaman zaman titreyerek uyanıp çorap giymek durumunda kalıyorum. Kesinlikle abartı değil. Yerel halk da soğuk olduğunu kabul ediyor ama akşam yemeklerini içeride yemeye zor ikna oluyorlar. Ben “herhalde ayak başparmağımı kaybettim soğuktan, neyse 9 tane daha var, hem himalayalarda kaybettim diye hava atarım” diye düşünürken onlar serin oldu galiba içeri mi girsek diyor. Tamam bu kısmı abartı.
Neyse soğuğun dışında burası iç anadolunun nadir ormanlık yerlerinden biri. Burada beraber çalıştığımız biriyle hafta sonu gezdik biraz. Bu orman dediğimiz, yeşillik dediğimiz nebat nasıl bir mefhumsa artık, insanda sinir stress bırakmıyor inanolsun. 1-2 saat gezdikten sonra yağsız fileto kadar sinirsiz ve mutluydum ki aniden yan taraftan 3 tane geyik önümüze duhul oldu. Böyle deriin deriin baktılar bize, sonra da gayet mağrur bir havayla sallana sallana girdiler ağaçların arasına. Şimdi bilindiği üzre bu geyik denen mahluk pek öyle geleyim insanlara kaynaşayım, aman da yatayım da göbeciğimi kaşısın diyecek bir hayvan değil. Ziyadesiyle antisosyal olur benim bildiğim. Yani neyşinıl coğrafyada gördüklerimiz en ufak çıtırtıda alah ne verdiyse kaçmaktalar. Bu kardeşlerimizin bize bu kadar yaklaşmakta bi beis görmemesi o açıdan çok kıllandırdı beni.
Hemen teorimi ürettim: Doğa ana beni çağırıyordu. İşi gücü bırakıp kendini tabiata ver, Mowgli ol saflığı seç diyordu. Heyecanla acaba vahşi tarafım uyanmış mıdır, içimdeki Manisa tarzanı gaflet uykusundan kalkmış mıdır diye sağımı solumu yokladım ama nafile, aynı diri vicut.
Bu sırada yanımdaki kendini bilmez “Burada geyik yetiştirme çiftliği var. İnsana alışık oluyor bunlar, elinden bile yer dedi”. Elinin körü, zaten ne işim var tabiatta, klozetsiz yapamam ben, hınnh.
Anadoludan görünüm şimdilik bu kadar..
Kavafiye
24 Haziran 2007 Pazar
You don't know my name
Na-münasip vaziyetler
23 Haziran 2007 Cumartesi
Worried Life Blues #1
22 Haziran 2007 Cuma
TDK'ya geek kaçmış
Neyse geçenlerde şöye bir kelime çıktı:
dirim kurgu isim Canlılar dünyasını özellikle beynin çalışmasını taklit eden elektronik aletlerden yararlanmayı konu edinen bilim dalı.
Ya bu aralar çok sıkıldılar netten film falan indirip izliyolar ya da içeriye bir sinefil sızdı Asıl sorun bunu cümle içinde kullanmak.
"A.I. dirim kurgu bir filmdir."
Bi de brainscan geldi aklıma. Ben ergenken starda yayınlanmıştı da okul servisinde infial olmuştu izledin mi diye
21 Haziran 2007 Perşembe
gel tezkere
'His hand closed automatically around the fake Horcrux, but in spite of everything, in spite of the dark and twisting path he saw stretching ahead for himself, in spite of the final meeting with Voldemort he knew must come, whether in a month, in a year, or in ten, he felt his heart lift at the thought that there was still one last golden day of peace left to enjoy with Ron and Hermione.'
Fazla braveheart bi giriş olmuş ama yine de heyecan dorukta. Ama bu kadar son bölüm dedikten sonra ümid ediyorum karar değiştirmezler. Zira bugün öğrendiğim kadarıyla Harrison Ford huzurevinden çıkıp Indina Jones'un 4. filminin çekimlerine başlamış. Umarım Harry de anal kılları kadayıf kıvamına geldikten sonra "ben döndüm" diye pörtlemez indiana gibi.
Bir haber daha: 21 Temmuzda kitap Pandora'da da satışa çıkacakmış, hem de adult versiyonu (yaşasın).
Bir de eli boş geldi demeyin diye order of phoenix den iki görüntü getirdim, kamera arkası (helena teyze cuk oturmuş beatrixe de, luna fazla güzel olmuş)
20 Haziran 2007 Çarşamba
Bir Barta Buresi Üstünde
19 Haziran 2007 Salı
Orta Asya'dan göç başladı
Sanki Kazaklar uçsuz bucaksız ovalarından atlarla Türkiye'ye geliyor yatırım için. Paralar atların heybelerinde.
Diğer iki sayfada yine aşağıdakine benzer bir amcanın fotoğrafı var.
Evet, zaten Levent'teki araziyi satın alan bu amcamdı. Atıyla ve orağıyla Orta Asya'dan dört nala gelip heybesinden çıkardığı 55 milyon dolarla arazi satın aldı ve aynı hızla geri döndü.
Ondan sonra Roberto Carlos fes giydi diye kızıyoruz.
İshal yapar kustururum, bezdiriri...haı?
Abartılı hijyenik kaygısı olan insanlardan olmadım hiç. Kirli tabak görünce bayılmam, yemekte kıl çıkınca komaya girmem. Zaten askere gidip de, öncelikleri arasında banyo yapmak yer almayan 50 herifle bir arada yaşayan, o teke kokusunu bünyesinin en ücra köşesinde hisseden hangi fanide bu tür kaygılar kalır ki? Ama beni bile delirtecek durumlar yaşanmıyor değil.
Dün akşam yine mecburi müşteri yemeklerinden birine gittim. Üstelik müşteri gittiğimiz restoranın (restoran mı hahah pek de iyimserim) sahibi. Aslında o da bariz bir şekilde benle yemek yemek istememekte ama bi yandan da yemesi gerekmekteydi. Ben müşterinin isteğinin olmayacağını bildiğimden gayet isteksiz ama elim mahkum bi şekilde gelmiştim.
Mekana vardık ama girebilmek için önce sinek ve bilumum haşaratın ördüğü etten duvarı aşmak durumunda kaldık. Tam masamıza konuşlanmıştık ki, orada olmaktan en az benim kadar memnuniyetsiz olduğu her halinden anlaşılan garsonumuz, elindeki eboladan kazıklı hummaya kadar her türlü mikrop ve bakteri için kaynaşma ortamı yakalamış bez marifetiyle masamızı sildi. Daha doğrusu, ruhunu teslim etmek için bizim masayı seçmiş 3 adet sinek mevtasını bütün masaya eşit bir şekilde paylaştırdı da diyebiliriz. Bundan sonra olaylar şu şekilde cereyan etti:
Müşteri: ee ne yeriz herbert bey
(İç sesim: yemek mi? Hastir)
Ben: ıı şey yemesek, hani ben midemi üşütmüşüm felan
M: olur mu öyle şey, but var güzel, getir oğlum
(İ: ne butu ya, allam kurtar beni)
B: e peki madem ısrar ediyosunuz
(İ: hemen indirdim yine yelkenleri suya, yok de, yemicem de, hemen kabul)
Garson gelir, çıkan dumanlardan akkor sıcaklığında olduğu anlaşılan lavaş ekmeği az önce sinekleri pay ettiği yere lönk efektiyle yerleştirir.
M: alın herbert bey ekmek şahane
(İ: ayakabımı yerim daha iyi)
B: tamam siz verin şöyle dursun
M: arasına ezmeden koy
(İ: ya bi git ya)
B: alırım siz zahmet etmeyin
(İ: alkol de yok ki, belki mikrobu öldürürdü)
Butlar gelir..
M: beğendiniz mi herbert bey
(İ: kedi medi yok mu versem şunu da kurtulsam şu lastiği çiğnemekten. Hayvana da yazık ama oturur midesine bu kösele)
B: evet şahane
M: pişerken az iç yağı koyduruyorum
(İ: öğğğk)
B: hımmm
Butlar güç de olsa biter
M: tatlı var mı oğlum
(İ: alahım bak şu kulunun yüzüne, bitmiş olsun)
G: var abi şerbetli lokmadan var
(İ: öleydim)
B: öleydim
M: efendim?
B: ıı şey “öyle mi” dedim.ben almıyım, dokunur lokma, sevmem de zaten
M: olur mu öyle şey, getir oğlum
(İ: hay bin kunduz)
Lokmalar da yemek borusunu yakarak geçer
M: çay?
(İ: e iyi madem)
B: e iyi madem
Çay gelir. CSI yozgatı çağırsak o bardaktan en az 20 farklı kişinin parmak izini alır.
(İ: allahım, şu an kimin parmağını yalıyorum acaba)
B: fıırkk, çay da bitti kalkalım artık
M: bi tane dah..
B:KALKALIMM
M:...
Neyse dün geceyi atlattım, işimin başındayım. Eğer etkisi sonradan çıkacak bişey kaptıysam burdan vasiyetimi açıklıyorum, darth vader maskemi çocuk esirgeme kurumuna, powerballumu türk hava kurumuna bağışlıyorum.
18 Haziran 2007 Pazartesi
Cumartesi öğledensonra ateşi
Melodan ses yok, ben ufaktan giriş yapayım:
Bu şahane organizasyonu hazırladığı ve doğup da hayatımıza renk kattığı için Horatio'ya;
Votka melon için MOS'a;
Süper pastalar için Semaya;
Şen kahkahaları için Yağmura;
Şişede durduğu gibi durmadığı için alkole;
Unutulmaz bir gün yaşatıp moral ibrelerimi maksimuma getirdikleri için teker teker katılan herkese sonsuz teşekkürler.
Not: Fosters vardı da niye söylemediniz, şimdi görüyorum..
17 Haziran 2007 Pazar
O denli mesudum ki..
Not: şahane cumartesiyi anlatmayı meloya bırakıyorum, yoksa önce oyar içime de bade koyar..
Sürüp gitsin bu rüya..
5 kez sardım başa..Ne dediğini anlamamak bazen daha iyi..Fransızca şarkılarda o etki daha fazla oluyodu, bu sefer İtalyan, olsun fark etmiyor..Zaten ne sevgilimiz var,ne İtalyancamız..Bulun dinleyin bir yerlerden..
Amore è già tardi e non resisto...
Herbert: "Kutup ayısıyla mutlu bir birlikteliğimiz var."
Multi-post
Bir doğumgünüm daha geçti. Kutlama notlarıma bakıyorum da ne kadar farklı yollarla kutluyoruz artık birbirimizin doğumgünlerini. Yüzyüze ve telefonla aramak gibi klasik yollarından başka sms, e-posta, e-kart, blog postu, blog postu yorumu, kargoyla hediye, çiçek gibi çok keyifli şekiller var. Buradan doğumgünümü kutlayan herkese teşekkür ederim.
Boğazda tekne turu ne keyifli. Kiralık teknelerin ücretleri de öyle uçuk kaçık değil. 15-20 arkadaş toplanıp rahatça gezebilirsiniz.
Bedük diye birisi var. Akustik-elektronik müzik yapıyor. İlk şarkısından biraz Moby tadı aldım ben. Ama sabah televizyonda söyledikleri hoşuma gitti. İşte klip:
Bir Perwoll reklamı izledim sabah, akıllara zarar. İki hatun kişi dışarda bir süs havuzunun kenarında oturmaktalar, ilerden siyahlar içinde yakışıklı bir abimiz geliyor. Hatunlardan birisi vay be yakışıklıya bak nidaları eşliğinde ekliyor, "elbiseleri yeni galiba". Diğer hatun "Hayır, yeni değil pervolle yıkandı" mealindeki cevabı yapıştırıp bizimkinin eline pervolü tutuşturuyor. "O yakışıklı benim erkek arkadaşım". Bu reklama katkısı olan herkese saygılarımı sunarım.
16 Haziran 2007 Cumartesi
Trt-Fm veya Uzun Dalganın Anlamsızlığı
İşyerinde de zaman zaman denk geliyor dinliyoruz..Adamların playlistine hastayım..Sırasıyla Yaşar Özel,Duman,Brendan Lee'den "All Alone Am I", John Travolta ve Demet Akalın'dan "Kalbini mi Kırdım Afedersin" çaldı yahu..Kim yapmış kardeşim bu sıralamayı..Bir ondan bir bunddan..Her zevke göre çalıyosun tamam da bir standart tuttur kendi içinde di mi?
Bundan sonraki şarkı benim için gelsin o zaman..
15 Haziran 2007 Cuma
14 Haziran 2007 Perşembe
Aklıma Takılanlar
2-Bir yerde 10 günden fazla durunca sıkılmaya başlıyorum..Hele ufak bir kasabadaysam bir yerden sonra yaşantımdan "The Groundhog Day" tadı yakalıyorum..Haydi genç kampçılar uyanın..
3-20 li yaşların ortalarında (late değilim henüz hehe) 40-50 yaş grubuyla takılmak zorunda olmak ne kötü bişey ya..Politika,seçim,belediye,para muhabbeti açmıyor bir yerden sonra..
4-Aşkın Nur Yengi'nin 1990 yılında çıkan "Sevgiliye"albümü dinlenesi..
5-Komple tiki filan değiliz ulan..
13 Haziran 2007 Çarşamba
Moanin'
Cevabımdır
Gözlerdeki avının üstüne atlamaya hazırlanan kar leoparı pırıltısı açıkça belli oluyor diye düşünüyorum.
Bu da exhibit 2:
Yalan değilse arkadaki benim, yani bilmiyorum pek seçilmiyo ama ordaydım yani.
Şunu söylüyorum ki spor var spor var. Eğlence olsun, kaynaşma olsun, heyecan olsun bayrak sallayarak gelirim. Ama basık ortamda dolap beygiri gibi o bantın üstünde koşmak, aman aman düşündükçe bile geldi afakanlar. Varsın olsun benim karnım da baklava dilimi değil de baklava tepsisi şeklinde olsun.
Anadolu Kavağı
Yıllar önce bu blog tayfası, Dodo ve diğer arkadaşlarla İstanbul'u topluca tavaf ederken Anadolu Kavağına da gitmiştik. 4 kişi, HET isimli arkadaşımızın arabasıyla Bostancı'dan (yani Anadolu yakasından) Anadolu Kavağına (ki isminden anlaşıldığı gibi o da Anadolu yakasında) doğru yola çıkmıştık. Kısa bir süre sonra köprü gişelerine geldik, HET tereddüt etmeden gişelerden geçti, 1.köprüden Levent'e ulaşıp 2.köprü yoluna saptı, tekrar Anadolu Yakasına geçti, biz de tüm arkadaşların arkasından kavağa ulaştık.
Bu sefer, zaten Avrupa yakasında olduğumdan önce bu tarafa geçmeme gerek kalmadı. Sarıyer'e gidip oradan Sarıyer-Rumeli Kavağı-Anadolu Kavağı ringini yapan motorlara atladık. İskeleden kasabaya girdiğimiz anda mekan-zaman değişti, artık İstanbul'da değildik, haftasonu da değildi, tatile çıkmıştık. Waffle ve dondurmacıların arasından geçtik, midye, kalamar ve herçeşit deniz mahlukatına ağzımızın suyunu akıtarak yan yana dizilmiş onlarca tükkanın önünden geçtik.
Sonunda restoranlardan birisine kurulduk. Balık canımız çekmiyordu, biz de salata ve böceklere abandık. Buz gibi birayla hepsini afiyetle götürdük.
Yemekten sonra kasabada bir tur attık. Karşımıza hediyelik eşya satan bu ilginç ve sevimli dükkan çıktı. Birer inek kumbarası alıp çıktık.
Sarıyer'e döndüğümüzde mekan yine İstanbul oldu. Sahilyolundaki trafik kendimize getirdi bizi.
Not: Gezimizi duyup ertesi gün kıskançlıkla Anadolu Kavağına giden, üstüne üstlük konu hakkında yazmamam için beni tehdit eden melontheroad'a teessüflerimi sunuyorum.
12 Haziran 2007 Salı
11 Haziran 2007 Pazartesi
Annemin Gizli Kimliği
Bilindiği üzere Marvel’ın biraz geri planda kalmış karakteri Daredevil aslında kör bir avukat olan Matt Murdock. Kısaca özetlemek gerekirse Matt kardeşimiz çocukken kör bir adamı kurtarmaya çalışırken radyoaktif maddeye maruz kalıyor. Gözleri kör oluyor ama kulaklar oluyor size birer sonar. Seslerden etrafta neler olduğunu zihninde canlandırabiliyor. En karanlık ortamda bile rakibinin çıkardığı en ufak çıtırtıdan ne yaptığını anlıyor. Bir de kahramanlığın gereği hoplama zıplama yeteneği de oluyor tabi. Konu başka olduğu için fazla detaya girmek istemiyorum ama filme çekilen versiyonu paçavradan öteye geçememişti. Jennifer Garner da olmasa paramı geri isteyecektim.
Neyse benim asıl şüphelendiğim ise annemin de benzer süper güçlere sahip olması. Uzun süreden sonra haftasonu görüştük, hasret giderdik. Neyse kendisi oturma odasında otururken ben de mutfağa gittim. 2 dakika sonra oturduğu yerden seslendi. “o makarnayı sos tenceresine koyma demiyo muyum ben sana. O açtığın meyve suyu da eski, yenisi öbür dolapta” 30 saniye sonra da ekledi “offlama”.
Kadın bütün bu senaryoyu mutfakta çıkardığım tıkırtılardan üretti ve aynen tutturdu. Münferit bir olay da değil, yıllardır dumur rüzgarlarında savuruyor abimle beni. Biz evde yokken çatılarda adalet savaşçılığı da yapıyor mudur bilemiyorum ama anne bunu okuyorsan unutma: oralarda jennifer’ı görürsen söyle niyetim ciddi.
10 Haziran 2007 Pazar
9 Haziran 2007 Cumartesi
You Talking to Me?
Bu sefer de en detone tarafından çığırdım hiç çekinmedim. Ama en azından lehçesel ilerlemeler kaydediyorum: What Else is There’i iskandinav, Gel Ey Seher’i de azeri şivesiyle söyleyebiliyorum. Fakat Skin’le birlikte Secretly’i söylemeye çalıştığım nokta nefes borumdaki boğumları elime aldığım nokta oldu.
Neyse azizim kendimle ilgili bu kadar sıkıcı detaydan sonra asıl demek istediğime geleyim. Bu sefer de bir albüm tavsiyem var size: Travis, The Boy With No Name
Travis bilindiği üzere adını Taxi Driver’dan almış pek seviyeli pek güzide bir grup. “Flowers in the Window” ve “Why Does it Always Rain on Me” her dönem gönül telimi tırım tırım titretmiştir. Bu albüm de kollarında altın bilezik olmuş resmen. Ben ziyadesiyle beğendim.
Daha öncekilerde de olduğu üzere, bu da öyle insana sille tokat girişen, “vay be bir anda hayatım değişti” dedirten bir albüm değil. Travis albümleri biraz dinleyip, sindirip benimsedikten sonra insana derinden ve huzurlu bir “mmımmmm” dedirtir zaten (en azından bana). The Boy With No Name de böyle. Şarkı listesi şudur:
3 times and you lose
selfish jean
closer
big chair
battleships
eyes wide open
my eyes
one night
out in space
colder
new amsterdam
Ben en çok My Eyes’ı beğendim. Flowers in the Window tadı bıraktı benim damağımda. Cidden başarılı, tekrar tekrar dinlenilmeli. Ondan sonra da Closer geliyor. Zaten ilk video da buna çekildi. Yalnız yolda dinlerken “ulan bu tef sesleri yoktu bu şarkıda” diye kendi kendime kıllanıp durdum. Gerçeği şarkının sonuna doğru fark ettim ki, tef ritimleri hoparlörün önüne birikmiş bozuk paraların baslarla birlikte hoplamasından oluşuyormuş (hey mr. tambourine man). Yani insan büyüyünce de bir şey değişmiyor, salaklık baki.
Battleships ve Big Chair de akılda kalan başarılı şarkılar. Colder da standart bir Travis şarkısından hayli fazla gitar içermesiyle dikkat çekici.
Neyse lafı uzattım yine. Sözün özü şu, Travis seviyorsanız ciğerinizin bir köşesinde bu albüme de yer bulursunuz mutlaka. Gelseler de canlı canlı dinlesek.
8 Haziran 2007 Cuma
Durak - Bölüm 2
7 Haziran 2007 Perşembe
Bu da mı gol değil hakim bey
6 Haziran 2007 Çarşamba
Aphrodisias
Press any key to continue
5 Haziran 2007 Salı
Herbert çarşıdan bildiriyor..
Elim ekmek tuttuğundan beri pek çekinmeden online alışverişe de sarmış durumdayım. Hem anında başka yerlerle fiyat kıyaslaması yapma şansı veriyor hem de bol çeşit sunuyor. E dükkana gidip gözünle görüp burnunla koklamanın yeri de ayrı tabi ama online alışverişin de kendine göre hazları var. Heyecanla kargo beklemek gibi, kargo poşetini açarken insanın içinin hophop etmesi gibi. Üstelik bu sayede uzaktaki sevdicekleri sevindirmek de daha kolay.
Neyse efenim biraz alışveriş sitelerinden bahsetmek niyetindeyim. Ama öyle hepsiburada veya weblebi gibi meşhur olanlardan değil. Onlar online alışverişin YKM'si veya Boyneri. Ben köşe başındaki butik tadında olanlardan bahsedicem.
Kachmaz ilk gözağrılarımdan. Neredeyse ilk açıldığından beri, yani yaklaşık 3 yıldır takip ediyorum. Prensip şöyle: her gün tek bir ürün satılıyor. Genelde ünlü markalardan (Calvin Klein'dan Zara'ya kadar) bir gün kadın bir gün erkek kıyafeti (ağırlıklı olarak da t-shirt) piyasadan epeyce düşük fiyata satıyorlar. Ürün gece 24:00'da satışa çıkıyor, bir sonraki geceyarısına kadar satışta. Tabi bitmeden istediğiniz bedeni bulabilmek için biraz acele etmek lazım. Ben de birkaç defa alışveriş yaptım hiçbir sorun yaşamadım. Benden veya kargo şirketinden doğan sorunları da çözmek için gerçekten benden çok uğraştı şirket. Herkes önce ürünlerin orijinalliğinden şüpheleniyor. Ama benim aldıklarım orijinaldi. Anladığım kadarıyla "Yabancı markalar bizim ülkede üretim yapıp üstüne etiket basıp fahiş fiyata satıyor" geyiğinin sonucu olarak bu üretimlerden artanları satıyorlar. Hergün bakılabilir. Bu arada o günkü ürünlere yorum yapılan bir kısım var, "ama şok şiyyiinn" ya da "hiç tarz bişi diil iiraaanç" gibi yorumlar okuyup çileden çıkmak mümkün.
Outletimle Kachmaz eskiden aynı şirketin siteleriydi ama şimdi öyle değil. Outletim de Kachmazla benzer ürünler satıyor ama burada daha fazla çeşit var. Fiyatlar Kachmazdan biraz daha yüksek olsa da fena değil. Buradan da birkaç alışverişim var, henüz bir sorunla karşılaşmadım.
Bunlardan İstiyorum
Bakıp bakıp iç geçirdiğimiz www.iwantoneofthose.com sitesindeki ürünleri Türkiyeye getirmiş ve pek de iyi etmiş bir site. Çok eğlenceli şeyler var, ama fiyatlar biraz tuzlu.
Bu da thinkgeek.com da görüp beğendiğimiz t-shirtlerin benzerlerini gayet hoş fiyatlara satıyor.
İsim biraz ürkünç olsa da başarılı bir site. Bu da Kachmaz gibi hergün tek bir ürünü piyasadan düşük fiyata satma mantığıyla çalışıyor. Ancak indragandi de genellikle teknoloji ürünleri satıyorlar. Zaman zaman çok eğlenceli ürünler de oluyor. El yapımı bumerang veya boğazda sandal sefası gibi. İndragandinin daha geniş bir kitlesi var. Site üyeleri hemen başka yerlerden araştırma yapıp piysadan ucuz mu değil mi yorumları yapıyorlar. Hatta zaman zaman trollingi abartıp birbirlerine giriyorlar. İndragandi de ürünler öğlen 12 de güncelleniyor ve iyi birşeyse hemen bitiyor. O yüzden takip edilmeli ve teknolojik ihtiyaçlar uygun fiyattan giderilmeli.
Bu da indragandiyle aşağı yukarı benzer ürünleri satan bir site. Farkı ürünün gece 12 de yenilenmesi. Aslında bu hergün bir ürün satalım fikri yabancı woot.com sitesinin başlattığı bir iş. Diğer siteler sadece fikri almakla yetinmişken Ben de istiyorum orada durmamış bütün site dizaynını woot'tan araklamış, şey pardon esinlenmiş. Bu sitenin de epeyce geniş bir müşteri ve takipçi kitlesi var.
Aynı prensiple çalışan 2 site daha var ama ben bunlardan hiç alışveriş yapmadım, piyasada da daha yeniler. Güvenli veya güvenilmez diyemem:
Bugüne Özel ve Herşey Kampanya
Bunlara da hergün en azından merakımdan bakıyorum.
Bakın ama bi yandan da kendinize hakim olun. Sonra vay efendim sen gaza getirdin de, yok efendim ocağımıza incir ağacı dikildi de gibi şeylerle gelmeyin bana. Çoluğun çocuğun rızkını internete yatırmayın..
Not: Yanlış anlaşılmasın kimseden reklam falan almadık. Sadece paylaşalım dedim. Ama bu sitelerin sahiplerinden aferim çekirge eline sağlık al şu parayı önümüz bayram diyecek olursa arasın :)
Üstümde büyü var nasıl bulabilirim
Efendim, geçtiğimiz 15 günde Google vasıtasıyla blogumuza yolu düşenlerin dertleri şöyle idi.
1-Üstümde büyü var, nasıl bulabilirim? Herbert, melo... El derman
2-Lost'un sezon finalinde Jack ölüyor mu? Herb??
3-Berlinde kalınacak yer: melo?
4-Çağla Kubat Filli Boya reklam müziği: Daha önce de söylemiştik, Levan's Polka adlı Fin halk şarkısının kötü bir taklidi.
5-Evde kedinin ihtiyaçlarını nasıl karşılarız? Hangi ihtiyaçlarını?
6-Can sıkıntısını geçirme yolları: Bu konuda melontheroad hanımefendinin engin deneyimlerinden faydalanabilirsiniz.
7-Yabancı etkileyici şarkılar: Bu konuyu en iyi TGM bilir.
8-Prag'daki astronomik saatin özellikleri: Prag'la ilgili yazılarımıza bakınız.
9-Şimşek çakması için en iyi mevsimin bahar olması: Höö?
10-MSN'de ne dinliyorum özelliğinin istediğimizi yazması: İstediğiniz şarkıyı dinlemeniz sorunu çözecektir.
Fotoğraflarla Emirgan Korusu
4 Haziran 2007 Pazartesi
Tecavüze Uğrayan Polyanna
Ama ben şapşallığıma doymayım, haftasonu gittiğimiz pikniğe fotoğraf makinamı götürmeyi unuttum. Böylece "kene varmış buralarda" uyarısıyla çoraplarımızın içine soktuumuz paçalarımızı ve arabanın dikiz aynasını yemeye çalışan ineği baltayla kovalayan piknik arkadaşımı paylaşamıyorum sizinle. Ama şu kadarını söyliyim, bozkır iç anadolunun göbeğinde az bulunur ormanlardan birindeydik, ortam ve manzara çok güzeldi.
Aşağıdaki resimleri ise yolda görev yerime giderken çektim. Eleştirmeye başlamadan önce söyliyim bunları 100 küsür km/saat hızla giden bir arabayı kullanırken çektim, objektif filtresi olarak da ölü sineklerle bezeli ön camım var.
Gerisi flickr'da
3 Haziran 2007 Pazar
MFÖ yakar gönlümü
Kalbimdeki MFÖ sevgisini anlatabildim sanırım. Şimdi bunların üzerine Mazhar Alanson'u saçma sapan TTnet reklamlarında görünce yıkıldım. Onlar ne kötü espriler öyle! Tamam Mazhar Alanson zaman zaman acayip açıklamalar yapar, bizi üzer filan ama, bu reklamlar sindirilebilecek gibi değil.
Bir de Fuat Güner'in X-star yarışmalarından birinde jüri olduğunu öğrendim. Buna da canım sıkıldı. Yakında birisiyle saçma sapan bir polemiğe girip adının kötüye çıkmasından korkuyorum.
Özkan, sen akıllı adamsın. Gel kurtar şu grup arkadaşlarını bu alemlerden.
1 Haziran 2007 Cuma
Gidiş-Dönüş-İlk İzlenimler
Bu arada kasabamız muhafazakar bir yer olduğu için Cuma günleri esnaf pek takılmıyor..Zaten adamların dünya umrunda değil sanki..Her köşebaşı bir kahvehane..Öğlen gofret aldığım dükkanın bir tekel bayisi olduğunu farkedince şaşırdım aslında..Esas şaşkınlığım ise uzun saçlı,Küba devriminden yeni gelmiş abiyi görünce oldu..Dükkanın çıkışında arkama bakıp tabeladaki yazıyı görünce tamam dedim korkulacak bişey yok.."COMMANDANTE TEKEL BAYİİ"..
Yarın bu yöredeki ören yerlerine bir bakıcam..Devam edicez korkmayın bu kadar..Mr. TGM is back:)
In this town we have no sympathy
In this town We have no sympathy
Melontheroad, hatırladın mı?