30 Haziran 2007 Cumartesi

in the mouth of madness

düzenli bulunmuştur..

29 Haziran 2007 Cuma

vamanos vamanos

dağ gibi birikmiş işlerimi bitirmek yerine kendi kendime şu şarkıyı söylüyorum salak ben

28 Haziran 2007 Perşembe

27 Haziran 2007 Çarşamba

Günün Sözü

IYAD WYAD, YWAG WYAG.
(if you always do what you always do, you will always get what you always get.)

aristoteles

beyaz yumurta beyaz tavuk, sarı yumurta sarı tavuk tarafından yumurtlanırmış
sarı yumurtanın kabuğu daha dayanıklı ve raf ömrünün daha uzun olmasına rağmen sarı tavuğun kolay hastalanması ve çok yem tüketmesi sebebiyle ülkemizde genelde beyaz yumurta üretimi olurmuş.

26 Haziran 2007 Salı

Sahibinden çok temiz Powerball


Arkadaş gazıyla aldığım Powerball'umu satıyorum.

Hiç kullanmadım, sadece paketini açıp inceledim.

İstanbul içi kargo ücretsizdir.

Şaka, şaka! Hiç satar mıyım?

25 Haziran 2007 Pazartesi

Kayıp aranıyor

Arkadaşımız melontheroad iki haftadır yazı yazmıyor.
Sağlığından endişeleniyoruz.
Kendisi hakkında bilgi verenler ödüllendirilecektir.

Donuyorum

Nispet yapar gibi haberlerde sürekli “global ısınma geldi”, “hava bir sıcak sorma gitsin” veya “kaynanaboğan sıcakları bunlar, oturduğum yerden kalkamıyorum” haberleri çıkıyor boy boy. Ya hepsi yalan söylüyor ya da ben de bir sorun var. Zira şu an bulunduğum ilçede sibirya soğukları yaşıyoruz. Hayır yol da uzundu ama güney yarımküreye kadar inmiş olamam diye düşünüyorum

Gündüzleri hallice bir bahar havası hüküm sürerken akşamları çölsel iklim kendini hissettiriyor. İlk gece resepsiyona inip klimayı kapattırayım bu ne soğuk ya dedim. Görevli arkadaşı dürte dürte uyandırdım ama kendisini klimanın açık olduğuna ikna etmem biraz sürdü. Tartışmayı daha da uzatırdım aslında ama arkadaşın “otelde klima yok abi” argümanına karşı ne diyeceğimi bilemedim. Hava zaten bu soğukluktaymış.

Akşamları bir tanesi altta olmak üzere 3 battaniyeyle yatıyorum. Zaman zaman titreyerek uyanıp çorap giymek durumunda kalıyorum. Kesinlikle abartı değil. Yerel halk da soğuk olduğunu kabul ediyor ama akşam yemeklerini içeride yemeye zor ikna oluyorlar. Ben “herhalde ayak başparmağımı kaybettim soğuktan, neyse 9 tane daha var, hem himalayalarda kaybettim diye hava atarım” diye düşünürken onlar serin oldu galiba içeri mi girsek diyor. Tamam bu kısmı abartı.

Neyse soğuğun dışında burası iç anadolunun nadir ormanlık yerlerinden biri. Burada beraber çalıştığımız biriyle hafta sonu gezdik biraz. Bu orman dediğimiz, yeşillik dediğimiz nebat nasıl bir mefhumsa artık, insanda sinir stress bırakmıyor inanolsun. 1-2 saat gezdikten sonra yağsız fileto kadar sinirsiz ve mutluydum ki aniden yan taraftan 3 tane geyik önümüze duhul oldu. Böyle deriin deriin baktılar bize, sonra da gayet mağrur bir havayla sallana sallana girdiler ağaçların arasına. Şimdi bilindiği üzre bu geyik denen mahluk pek öyle geleyim insanlara kaynaşayım, aman da yatayım da göbeciğimi kaşısın diyecek bir hayvan değil. Ziyadesiyle antisosyal olur benim bildiğim. Yani neyşinıl coğrafyada gördüklerimiz en ufak çıtırtıda alah ne verdiyse kaçmaktalar. Bu kardeşlerimizin bize bu kadar yaklaşmakta bi beis görmemesi o açıdan çok kıllandırdı beni.

Hemen teorimi ürettim: Doğa ana beni çağırıyordu. İşi gücü bırakıp kendini tabiata ver, Mowgli ol saflığı seç diyordu. Heyecanla acaba vahşi tarafım uyanmış mıdır, içimdeki Manisa tarzanı gaflet uykusundan kalkmış mıdır diye sağımı solumu yokladım ama nafile, aynı diri vicut.

Bu sırada yanımdaki kendini bilmez “Burada geyik yetiştirme çiftliği var. İnsana alışık oluyor bunlar, elinden bile yer dedi”. Elinin körü, zaten ne işim var tabiatta, klozetsiz yapamam ben, hınnh.

Anadoludan görünüm şimdilik bu kadar..

Posted by Picasa

Cinnet ruhun gıdasıdır..

Şerefsizim bir cinnet herşeyi halleder..

Kavafiye


Demin biri ne iş yapıyorsun soruma bu cevabı verdi. İsmi duyunca insanın gözünün önüne ağır sanayi için dökme demirden malzeme üreten bir iş kolu geliyor.

Ayakkabı satıcısı demekmiş.

İnsan hergün bir şey öğreniyor. Biliyorum dememek lazım öğreniyorum demek lazım.

24 Haziran 2007 Pazar

You don't know my name

Blogu arka arkaya deli saçması yazımlarımla doldurduğum için hem blog arkadaşlarımdan hem de okuyucularımızdan özür dilerim.
"İsim insan hayatında önemlidir" demişti Cem Yılmaz bir gösterisinde. Aynen katılıyorum. Horatio, eşine az rastlanan bir isim. O zaman bir meşhur futbolcudan etkilenip (futbol fanatiği olmamda etkisi var herhalde!) ismimi koyan babama teşekkürlerimi sunarım. Ancak yaşamımı kolaylaştırmıyor. İlk sorun, erkek mi kız mı olduğum anlaşılmıyor ismimden. Yazılı ortamlarda, mail listelerinde filan ya dolaylı olarak erkek olduğumu ima ediyorum (bi Selahattin Başçavuş vardı bizim taburda) ya da doğrudan yazıyorum. Spor salonunda egzersiz programımı çok sefer kadınlar bölümünden çıkarınca çareyi kartın üstüne bir daire-ok çizerek buldum.
İkinci sıkıntı, ismim akılda kalmıyor. Kalsa da yanlış kalıyor. İnsanlar ilk iki heceyi göre yaratıcılıklarını sergiliyorlar. O yüzden, örneğin Zıtarbucuksta filan kahvenin üzerine Ahmet, Mehmet, Can gibi isimleri yazdırıyorum. En komiği, geçenlerde mesajlaştığımız danışmanımız mesajımı cevaplarken ismimi yanlış yazdı, Horar Bey diye. Hadi balık hafızalısın, okumandan da yok be bilader! Horar'ı bizim tayfa da çok kullanıyor, başka bir hikayeden dolayı.
Üçüncüsü -ki buna pek sorun denemez- dostlar, aile ve sevgili, ismimi daha kolay bulduğu şekilde söylüyor. Horar, HorHor, Hora, Horatioş gibi. Ama dediğim ya bundan şikayetçi değilim. Samimiyetin işareti çünkü.
Herşeye rağmen ismimi seviyorum.

Na-münasip vaziyetler

Beşe doğru acıkınca markete gittim. Alışverişimi tamamlayıp tek açık kasanın uzun kuyruğuna girdim. Arkama elinde iki paket cips olan bir hanım kızımız geldi. Sıra benim önümdeki elemana gelmişti ki, hanım kızımıza dönüp "Benim alışverişim çok, buyrun siz önden" diyerek nezaketimi gösterdim (komtanlık makamına haber uçurulmaması rica olunur). Teşekkür ederek önüme geçti. Sıranın en sonunda beklemeye başladım. Sonra yan taraftaki kasayı açtılar, nezaketimi yitirmeden koşarak o kasaya geçtim. Ödememi yaptım. Yerimi verdiğim kızın önündeki elemanın kredi kartında bir sorun çıktı, ben marketten çıkarken kızcağıza yeni sıra gelmişti. Kız arkamdan küfretmiş midir acaba?

23 Haziran 2007 Cumartesi

Worried Life Blues #1

->En damar arabesk parçalardan Third Degree çalıyor bilgisayarımda. got me accused of peeping, i can't see a thing. got me accused of petting, i can't even raise my hand. bad luck, bad luck is killing me. well i just can't stand no more of this third degree. ->Bugün İstanbuldaki en sıcak günümü yaşadım. Zannediyorum yarın gazetelerde son x yılın en sıcak günüydü filan diye manşetler çıkacak. ->Her ne kadar içim insan sevgisiyle dolu olsa da Mine Kırıkkanatın Radikalden atılmasına sebep olan yazıya katılıyorum. Çekirdek kabuklarıyla kaldırımı, sigara izmaritleriyle boğazı kirleterek onlarca çocukla dolaşan insanların ya eğitilmesini ya da köylerine geri dönmesini istiyorum. ->Boğaz turu yaparken bizim niye aklımıza gelmedi halay çekmek? ->Herbert çok adi, pis bir insanmış. Ohaa süper, bende yeşili var diyerek bana turuncu bi powerball aldırdı. Aldıktan sonra da ooolum niye aldın, bende vardı sana satardım, ııy hem de turuncu dedi. ->Yıllar önce aldığım ve 1-2 kez oynadığım uzaktan kumandalı cipim var. Onu da ismi lazım olmayan adi, pis insan aldırmıştı zaten. ->Amerikadaki arkadaşlarım geldi. Onları Turkish kebap-raki-bogaz üçlüsüyle mest ettim. ->Amerikada bir VW Touraeg 25000 dolar imiş, birkaç bin peşinat birkaç yüz taksitle rahat rahat alınıyormuş. ->Manavdan alıp buzluğa attığım karpuz biraz soğumuştur. Keseyim artık.

22 Haziran 2007 Cuma

TDK'ya geek kaçmış

Her gün TDK'dan gelen "Dağarcığınıza Her Gün İki Söz" mailinde bazen kullanışlı, bazen komik, bazen de "çok oturgaçlı götürgeç"i aratmayacak kelimeler çıkıyor. Ben yine de çok seviyorum ve cümle içinde kullanıyorum. "Anne bugun yaptığın kurabiyeye çok öykündüm" diyorum, annem de "git başka yerde öykün, yeni sildim oraları" diyor.

Neyse geçenlerde şöye bir kelime çıktı:

dirim kurgu isim Canlılar dünyasını özellikle beynin çalışmasını taklit eden elektronik aletlerden yararlanmayı konu edinen bilim dalı.

Ya bu aralar çok sıkıldılar netten film falan indirip izliyolar ya da içeriye bir sinefil sızdı Asıl sorun bunu cümle içinde kullanmak.

"A.I. dirim kurgu bir filmdir."

Bi de brainscan geldi aklıma. Ben ergenken starda yayınlanmıştı da okul servisinde infial olmuştu izledin mi diye


21 Haziran 2007 Perşembe

Sus

amacım yok
yaşamak buysa
elimi tut uçarım yoksa
yüzüme bak
ve sus benle son defa

gel tezkere

Harry Potter bey evladımızın son macerasına az bir süre kala internete kitaptan şöyle bir alıntı düştü:

'His hand closed automatically around the fake Horcrux, but in spite of everything, in spite of the dark and twisting path he saw stretching ahead for himself, in spite of the final meeting with Voldemort he knew must come, whether in a month, in a year, or in ten, he felt his heart lift at the thought that there was still one last golden day of peace left to enjoy with Ron and Hermione.'

Fazla braveheart bi giriş olmuş ama yine de heyecan dorukta. Ama bu kadar son bölüm dedikten sonra ümid ediyorum karar değiştirmezler. Zira bugün öğrendiğim kadarıyla Harrison Ford huzurevinden çıkıp Indina Jones'un 4. filminin çekimlerine başlamış. Umarım Harry de anal kılları kadayıf kıvamına geldikten sonra "ben döndüm" diye pörtlemez indiana gibi.

Bir haber daha: 21 Temmuzda kitap Pandora'da da satışa çıkacakmış, hem de adult versiyonu (yaşasın).

Bir de eli boş geldi demeyin diye order of phoenix den iki görüntü getirdim, kamera arkası (helena teyze cuk oturmuş beatrixe de, luna fazla güzel olmuş)



Havai fişek sezonu açıldı

20 Haziran 2007 Çarşamba

Bana da yazık

Saat 21 suları,keep working..

Bir Barta Buresi Üstünde

Şarkı sözlerini anlayamıyorum. Anlasam saçma sapan anlıyorum, doğru anlasam hatırlamıyorum. Yerli-yabancı farketmiyor da üstelik. Beynin o kısmına kan gitmiyo galiba. Yardımlarınızı bekliyorum.

19 Haziran 2007 Salı

Orta Asya'dan göç başladı

ya da Kafamızdaki önyargılardan kurtulalım

Turkishtime diye bir dergi varmış, ilk defa gördüm. Aylık iş ve ekonomi kültürü diye tanıtıyorlar kendilerini. Derginin Haziran sayısında "Orta Asya'dan göç başladı - Kazak sermayesinin Türkiye planları" başlıklı dört sayfalık bir makale var. Makalede Türkiye'ye 5 büyük Kazak grubun geldiği ve çeşitli alanlarda yatırım yapmak için fırsat kolladıkları yazıyor. İçerik doyurucu. Ancaaak...
İlk iki sayfanın tamamına aşağıdakine benzer bir fotoğrafı basıp üzerine büyük puntolarla başlığı atmışlar.

Sanki Kazaklar uçsuz bucaksız ovalarından atlarla Türkiye'ye geliyor yatırım için. Paralar atların heybelerinde.

Diğer iki sayfada yine aşağıdakine benzer bir amcanın fotoğrafı var.
Evet, zaten Levent'teki araziyi satın alan bu amcamdı. Atıyla ve orağıyla Orta Asya'dan dört nala gelip heybesinden çıkardığı 55 milyon dolarla arazi satın aldı ve aynı hızla geri döndü.

Ondan sonra Roberto Carlos fes giydi diye kızıyoruz.

İshal yapar kustururum, bezdiriri...haı?

Abartılı hijyenik kaygısı olan insanlardan olmadım hiç. Kirli tabak görünce bayılmam, yemekte kıl çıkınca komaya girmem. Zaten askere gidip de, öncelikleri arasında banyo yapmak yer almayan 50 herifle bir arada yaşayan, o teke kokusunu bünyesinin en ücra köşesinde hisseden hangi fanide bu tür kaygılar kalır ki? Ama beni bile delirtecek durumlar yaşanmıyor değil.

Dün akşam yine mecburi müşteri yemeklerinden birine gittim. Üstelik müşteri gittiğimiz restoranın (restoran mı hahah pek de iyimserim) sahibi. Aslında o da bariz bir şekilde benle yemek yemek istememekte ama bi yandan da yemesi gerekmekteydi. Ben müşterinin isteğinin olmayacağını bildiğimden gayet isteksiz ama elim mahkum bi şekilde gelmiştim.

Mekana vardık ama girebilmek için önce sinek ve bilumum haşaratın ördüğü etten duvarı aşmak durumunda kaldık. Tam masamıza konuşlanmıştık ki, orada olmaktan en az benim kadar memnuniyetsiz olduğu her halinden anlaşılan garsonumuz, elindeki eboladan kazıklı hummaya kadar her türlü mikrop ve bakteri için kaynaşma ortamı yakalamış bez marifetiyle masamızı sildi. Daha doğrusu, ruhunu teslim etmek için bizim masayı seçmiş 3 adet sinek mevtasını bütün masaya eşit bir şekilde paylaştırdı da diyebiliriz. Bundan sonra olaylar şu şekilde cereyan etti:


Müşteri: ee ne yeriz herbert bey
(İç sesim: yemek mi? Hastir)
Ben: ıı şey yemesek, hani ben midemi üşütmüşüm felan
M: olur mu öyle şey, but var güzel, getir oğlum
(İ: ne butu ya, allam kurtar beni)
B: e peki madem ısrar ediyosunuz
(İ: hemen indirdim yine yelkenleri suya, yok de, yemicem de, hemen kabul)

Garson gelir, çıkan dumanlardan akkor sıcaklığında olduğu anlaşılan lavaş ekmeği az önce sinekleri pay ettiği yere lönk efektiyle yerleştirir.

M: alın herbert bey ekmek şahane
(İ: ayakabımı yerim daha iyi)
B: tamam siz verin şöyle dursun
M: arasına ezmeden koy
(İ: ya bi git ya)
B: alırım siz zahmet etmeyin
(İ: alkol de yok ki, belki mikrobu öldürürdü)

Butlar gelir..

M: beğendiniz mi herbert bey
(İ: kedi medi yok mu versem şunu da kurtulsam şu lastiği çiğnemekten. Hayvana da yazık ama oturur midesine bu kösele)
B: evet şahane
M: pişerken az iç yağı koyduruyorum
(İ: öğğğk)
B: hımmm

Butlar güç de olsa biter

M: tatlı var mı oğlum
(İ: alahım bak şu kulunun yüzüne, bitmiş olsun)
G: var abi şerbetli lokmadan var
(İ: öleydim)
B: öleydim
M: efendim?
B: ıı şey “öyle mi” dedim.ben almıyım, dokunur lokma, sevmem de zaten
M: olur mu öyle şey, getir oğlum
(İ: hay bin kunduz)

Lokmalar da yemek borusunu yakarak geçer

M: çay?
(İ: e iyi madem)
B: e iyi madem

Çay gelir. CSI yozgatı çağırsak o bardaktan en az 20 farklı kişinin parmak izini alır.

(İ: allahım, şu an kimin parmağını yalıyorum acaba)
B: fıırkk, çay da bitti kalkalım artık
M: bi tane dah..
B:KALKALIMM
M:...

Neyse dün geceyi atlattım, işimin başındayım. Eğer etkisi sonradan çıkacak bişey kaptıysam burdan vasiyetimi açıklıyorum, darth vader maskemi çocuk esirgeme kurumuna, powerballumu türk hava kurumuna bağışlıyorum.

18 Haziran 2007 Pazartesi

Cumartesi öğledensonra ateşi


Melodan ses yok, ben ufaktan giriş yapayım:

Bu şahane organizasyonu hazırladığı ve doğup da hayatımıza renk kattığı için Horatio'ya;

Votka melon için MOS'a;

Süper pastalar için Semaya;

Şen kahkahaları için Yağmura;

Şişede durduğu gibi durmadığı için alkole;

Unutulmaz bir gün yaşatıp moral ibrelerimi maksimuma getirdikleri için teker teker katılan herkese sonsuz teşekkürler.

Not: Fosters vardı da niye söylemediniz, şimdi görüyorum..
Posted by Picasa

17 Haziran 2007 Pazar

O denli mesudum ki..

Horatio'nun da dediği gibi bu aralar kara bulutlar her zamankinden daha bir çok dolaşıyor tepemde. Ama cidden mesudum ben. İnsan bir kaç günde birsürü sevdiği insanı görüp birlikte şahane vakit geçirince hiçbirinin bir anlamı olmuyor. E o zaman keyfimize bakalım, müstesna varlık yüksek şahsiyet kermit tüm sevenler ve sevilenler için söylesin:




Not: şahane cumartesiyi anlatmayı meloya bırakıyorum, yoksa önce oyar içime de bade koyar..

Sürüp gitsin bu rüya..

Ornella Vanoni'den l appuntamento yu dinledim bugün..Çok alakasız bir zamanda,çok alakasız bir yerde..Ocean's Twelve soundtrackindenmiş..Hatırladım sonra..Bünyeye çok iyi geldi,daldım gittim hayallere..Güneş gözlüklerini takmışız geziyoruz üstü açık bir arabada..Yanımda sevdiğim hatun..George Clooney gibi adamsın derlerdi zaten eskiden bana..
5 kez sardım başa..Ne dediğini anlamamak bazen daha iyi..Fransızca şarkılarda o etki daha fazla oluyodu, bu sefer İtalyan, olsun fark etmiyor..Zaten ne sevgilimiz var,ne İtalyancamız..Bulun dinleyin bir yerlerden..

Amore è già tardi e non resisto...

Herbert: "Kutup ayısıyla mutlu bir birlikteliğimiz var."

ya da Kurşun döktür sen en iyisi

Şans oyunlarından ikramiye kazanmasından vazgeçtim, şu adam vukuatsız bir gün geçirse sevineceğim. İlk tanıştığımız zamanlarda, yeni aldığı fotoğraf makinesini bir arkadaşımızın aa ne güzelmiş diye eline alıp süt dolu bir tabağa düşürmesinden anlamalıydım Herb'teki potansiyeli. Geçtiğimiz kış kayaktan dönüş yolunda Herb'in şoförlüğüne güvenemeyip direksiyona geçen kıdemli arkadaşımız da (hadi ismini vermeyelim!) arabaya spin attırdıktan sonra ön tamponu kara gömmüştü.
Bu sene İstanbul trafiğinde tampon tampona ilerlerken hapşırası gelen, hapşırmasıyla birlikte öndeki arabaya güüüm diye vuran Herbert'in otomobiliyle son olayı da Ankara'da sokaktan yola çıkmaya çalışan dikkatsiz sürücünün sağ iki kapıyı ortalayarak Herb'e vurması ve arabada hatrı sayılır bir hasara neden olması oldu. Adeta bir zincir tepkime şeklinde; arabasız kalan Herb, otobüse bindi ve Yozgat yakınlarında otobüsün köylü çocuklarla taşlanması sonucu gecenin bir yarısı 2 saat beklemek zorunda kaldı.
Geçmiş olsun tekrar. Gideceğin yere sağ salim ulaştıysan ses ver.

Multi-post

ya da Pazar sabahı aklıma takılanlar

Bir doğumgünüm daha geçti. Kutlama notlarıma bakıyorum da ne kadar farklı yollarla kutluyoruz artık birbirimizin doğumgünlerini. Yüzyüze ve telefonla aramak gibi klasik yollarından başka sms, e-posta, e-kart, blog postu, blog postu yorumu, kargoyla hediye, çiçek gibi çok keyifli şekiller var. Buradan doğumgünümü kutlayan herkese teşekkür ederim.

Boğazda tekne turu ne keyifli. Kiralık teknelerin ücretleri de öyle uçuk kaçık değil. 15-20 arkadaş toplanıp rahatça gezebilirsiniz.

Bedük diye birisi var. Akustik-elektronik müzik yapıyor. İlk şarkısından biraz Moby tadı aldım ben. Ama sabah televizyonda söyledikleri hoşuma gitti. İşte klip:



Bir Perwoll reklamı izledim sabah, akıllara zarar. İki hatun kişi dışarda bir süs havuzunun kenarında oturmaktalar, ilerden siyahlar içinde yakışıklı bir abimiz geliyor. Hatunlardan birisi vay be yakışıklıya bak nidaları eşliğinde ekliyor, "elbiseleri yeni galiba". Diğer hatun "Hayır, yeni değil pervolle yıkandı" mealindeki cevabı yapıştırıp bizimkinin eline pervolü tutuşturuyor. "O yakışıklı benim erkek arkadaşım". Bu reklama katkısı olan herkese saygılarımı sunarım.

16 Haziran 2007 Cumartesi

Trt-Fm veya Uzun Dalganın Anlamsızlığı

Yaz aylarında yolum Anadolu'ya düşünce mecburen frekanslar Trt-Fm'i gösteriyor bende..Tamam mp3,cd ıvır zıvır bir sürü yeni teknolojik alet edevat var kabul..Ama arabada giderken radyoyu açıyım,arada ajansı alıyım derseniz trtden başka seçenek pek yok gibi..
İşyerinde de zaman zaman denk geliyor dinliyoruz..Adamların playlistine hastayım..Sırasıyla Yaşar Özel,Duman,Brendan Lee'den "All Alone Am I", John Travolta ve Demet Akalın'dan "Kalbini mi Kırdım Afedersin" çaldı yahu..Kim yapmış kardeşim bu sıralamayı..Bir ondan bir bunddan..Her zevke göre çalıyosun tamam da bir standart tuttur kendi içinde di mi?
Bundan sonraki şarkı benim için gelsin o zaman..

14 Haziran 2007 Perşembe

Aklıma Takılanlar

1-NBA'de Spurs yine şampiyon gibi..Ginobili olmasa zerre kadar sevmem şu takımı..Renkleri siyah-beyaz da olsa Duncan'ın şu çalışkan, her sınavdan 100 almak için kasan ortaokul bebesi havasındaki antipatik tavırları öldürüyor beni..
2-Bir yerde 10 günden fazla durunca sıkılmaya başlıyorum..Hele ufak bir kasabadaysam bir yerden sonra yaşantımdan "The Groundhog Day" tadı yakalıyorum..Haydi genç kampçılar uyanın..
3-20 li yaşların ortalarında (late değilim henüz hehe) 40-50 yaş grubuyla takılmak zorunda olmak ne kötü bişey ya..Politika,seçim,belediye,para muhabbeti açmıyor bir yerden sonra..
4-Aşkın Nur Yengi'nin 1990 yılında çıkan "Sevgiliye"albümü dinlenesi..
5-Komple tiki filan değiliz ulan..

13 Haziran 2007 Çarşamba

Moanin'

ya da Böyle yazıları yazdığıma sonradan pişman oluyorum ya neyse...

Yaklaşık bir yıl önce hergün kıta değiştirmemek için taşındım bu mahalleye. Önceden Caddebostanda oturuyordum. Yapacak hiç işim olmasa bile Devlet-i Âliyye-i Osmaniyye'nin Bağdata giderken geçtiği yolda dolaşıyor, ne bileyim ya tükkan vitrinlerine takılıyor ya da sahile filan inip bira içiyordum. Orada oturmanın en sevdiğim taraflarından biri de anonimlikti. Yani bizim sokaktan Caddeye çıktığım anda sarı çizmeli mehmet ağaydım, bourbon montlu berkeydim, herkestim, hiçkimseydim. Beni apartmandaki yaşlı amcalar/teyzeler bile tanımazdı. Selamiçeşmedeki Gimadan ya da sahildeki Migrostan alışveriş yapardım, hiçbir zaman aynı kasiyere denk gelmezdi. Saçımı Tatlı mı Acı mı sosyetik bir yere kestirirdim, hatırlamazlardı bile. Şimdi geldim, Emirgan/Boyacıköye. Herkesi tanıyorum, herkesle ahbabım. Çıkıyorum evden, köşedeki Erikli bayisindeki çocukla selamlaşıyorum, biraz aşağısındaki manava hayırlı işler diyorum. Tıraşımı yapan mahalle berberine hal hatır soruyorum. Sahile iniyorum, balıkçılara rasgele diyorum. Ertesi gün i = i + 1, do loop.
Bu kadar göz önünde olmak bana fazla.

Cevabımdır

Beni spor yapmamakla suçlayan kendini bilmez blog yazarlarımıza bir cevap verme lüzumu hasıl olduğu kanaatindeyim (zor oldu). Buyrun exhibit no1:



Gözlerdeki avının üstüne atlamaya hazırlanan kar leoparı pırıltısı açıkça belli oluyor diye düşünüyorum.
Bu da exhibit 2:



Yalan değilse arkadaki benim, yani bilmiyorum pek seçilmiyo ama ordaydım yani.

Şunu söylüyorum ki spor var spor var. Eğlence olsun, kaynaşma olsun, heyecan olsun bayrak sallayarak gelirim. Ama basık ortamda dolap beygiri gibi o bantın üstünde koşmak, aman aman düşündükçe bile geldi afakanlar. Varsın olsun benim karnım da baklava dilimi değil de baklava tepsisi şeklinde olsun.

Anadolu Kavağı

ya da olm Horatio, bırak işi gücü, git bi sahil kasabasına yerleş

Yıllar önce bu blog tayfası, Dodo ve diğer arkadaşlarla İstanbul'u topluca tavaf ederken Anadolu Kavağına da gitmiştik. 4 kişi, HET isimli arkadaşımızın arabasıyla Bostancı'dan (yani Anadolu yakasından) Anadolu Kavağına (ki isminden anlaşıldığı gibi o da Anadolu yakasında) doğru yola çıkmıştık. Kısa bir süre sonra köprü gişelerine geldik, HET tereddüt etmeden gişelerden geçti, 1.köprüden Levent'e ulaşıp 2.köprü yoluna saptı, tekrar Anadolu Yakasına geçti, biz de tüm arkadaşların arkasından kavağa ulaştık.

Bu sefer, zaten Avrupa yakasında olduğumdan önce bu tarafa geçmeme gerek kalmadı. Sarıyer'e gidip oradan Sarıyer-Rumeli Kavağı-Anadolu Kavağı ringini yapan motorlara atladık. İskeleden kasabaya girdiğimiz anda mekan-zaman değişti, artık İstanbul'da değildik, haftasonu da değildi, tatile çıkmıştık. Waffle ve dondurmacıların arasından geçtik, midye, kalamar ve herçeşit deniz mahlukatına ağzımızın suyunu akıtarak yan yana dizilmiş onlarca tükkanın önünden geçtik.


Sonunda restoranlardan birisine kurulduk. Balık canımız çekmiyordu, biz de salata ve böceklere abandık. Buz gibi birayla hepsini afiyetle götürdük.





Yemekten sonra kasabada bir tur attık. Karşımıza hediyelik eşya satan bu ilginç ve sevimli dükkan çıktı. Birer inek kumbarası alıp çıktık.

Sarıyer'e döndüğümüzde mekan yine İstanbul oldu. Sahilyolundaki trafik kendimize getirdi bizi.

Not: Gezimizi duyup ertesi gün kıskançlıkla Anadolu Kavağına giden, üstüne üstlük konu hakkında yazmamam için beni tehdit eden melontheroad'a teessüflerimi sunuyorum.

12 Haziran 2007 Salı

My Humps

kontrolden çıkan göbeğime ithafen:


11 Haziran 2007 Pazartesi

bankis

Örtü Buzulu: Kara ve deniz üzerinde geniş alan kaplayan buzullara denir. Kara üzerinde olduğu bölüme indlandis, deniz üzerindekine bankis denir.

Annemin Gizli Kimliği

Yıllardır şüphelendiğim bir durumu bu haftasonu açıklığa kavuşturdum:



Bilindiği üzere Marvel’ın biraz geri planda kalmış karakteri Daredevil aslında kör bir avukat olan Matt Murdock. Kısaca özetlemek gerekirse Matt kardeşimiz çocukken kör bir adamı kurtarmaya çalışırken radyoaktif maddeye maruz kalıyor. Gözleri kör oluyor ama kulaklar oluyor size birer sonar. Seslerden etrafta neler olduğunu zihninde canlandırabiliyor. En karanlık ortamda bile rakibinin çıkardığı en ufak çıtırtıdan ne yaptığını anlıyor. Bir de kahramanlığın gereği hoplama zıplama yeteneği de oluyor tabi. Konu başka olduğu için fazla detaya girmek istemiyorum ama filme çekilen versiyonu paçavradan öteye geçememişti. Jennifer Garner da olmasa paramı geri isteyecektim.

Neyse benim asıl şüphelendiğim ise annemin de benzer süper güçlere sahip olması. Uzun süreden sonra haftasonu görüştük, hasret giderdik. Neyse kendisi oturma odasında otururken ben de mutfağa gittim. 2 dakika sonra oturduğu yerden seslendi. “o makarnayı sos tenceresine koyma demiyo muyum ben sana. O açtığın meyve suyu da eski, yenisi öbür dolapta” 30 saniye sonra da ekledi “offlama”.

Kadın bütün bu senaryoyu mutfakta çıkardığım tıkırtılardan üretti ve aynen tutturdu. Münferit bir olay da değil, yıllardır dumur rüzgarlarında savuruyor abimle beni. Biz evde yokken çatılarda adalet savaşçılığı da yapıyor mudur bilemiyorum ama anne bunu okuyorsan unutma: oralarda jennifer’ı görürsen söyle niyetim ciddi.

10 Haziran 2007 Pazar

Kaç kedi var?

Bizim mahallede çok kedi-köpek sever olduğunu biliyordum da bu kadarından haberim yoktu.
Posted by Picasa

9 Haziran 2007 Cumartesi

You Talking to Me?

Yine bir uzun yol hikayesi. Bu defa geçen seferden farklı olarak kendime sevdiğim şarkılardan bir potpuri oluşturup çıktım yola. Çocukken hazırladığım karışık kasetler geldi aklıma. Hepsine de La Luna’yı koyardım. İnsan bayağı bayağı salak oluyor çocukken.

Bu sefer de en detone tarafından çığırdım hiç çekinmedim. Ama en azından lehçesel ilerlemeler kaydediyorum: What Else is There’i iskandinav, Gel Ey Seher’i de azeri şivesiyle söyleyebiliyorum. Fakat Skin’le birlikte Secretly’i söylemeye çalıştığım nokta nefes borumdaki boğumları elime aldığım nokta oldu.

Neyse azizim kendimle ilgili bu kadar sıkıcı detaydan sonra asıl demek istediğime geleyim. Bu sefer de bir albüm tavsiyem var size: Travis, The Boy With No Name




Travis bilindiği üzere adını Taxi Driver’dan almış pek seviyeli pek güzide bir grup. “Flowers in the Window” ve “Why Does it Always Rain on Me” her dönem gönül telimi tırım tırım titretmiştir. Bu albüm de kollarında altın bilezik olmuş resmen. Ben ziyadesiyle beğendim.



Daha öncekilerde de olduğu üzere, bu da öyle insana sille tokat girişen, “vay be bir anda hayatım değişti” dedirten bir albüm değil. Travis albümleri biraz dinleyip, sindirip benimsedikten sonra insana derinden ve huzurlu bir “mmımmmm” dedirtir zaten (en azından bana). The Boy With No Name de böyle. Şarkı listesi şudur:

3 times and you lose
selfish jean
closer
big chair
battleships
eyes wide open
my eyes
one night
out in space
colder
new amsterdam


Ben en çok My Eyes’ı beğendim. Flowers in the Window tadı bıraktı benim damağımda. Cidden başarılı, tekrar tekrar dinlenilmeli. Ondan sonra da Closer geliyor. Zaten ilk video da buna çekildi. Yalnız yolda dinlerken “ulan bu tef sesleri yoktu bu şarkıda” diye kendi kendime kıllanıp durdum. Gerçeği şarkının sonuna doğru fark ettim ki, tef ritimleri hoparlörün önüne birikmiş bozuk paraların baslarla birlikte hoplamasından oluşuyormuş (hey mr. tambourine man). Yani insan büyüyünce de bir şey değişmiyor, salaklık baki.



Battleships ve Big Chair de akılda kalan başarılı şarkılar. Colder da standart bir Travis şarkısından hayli fazla gitar içermesiyle dikkat çekici.

Neyse lafı uzattım yine. Sözün özü şu, Travis seviyorsanız ciğerinizin bir köşesinde bu albüme de yer bulursunuz mutlaka. Gelseler de canlı canlı dinlesek.

8 Haziran 2007 Cuma

Durak - Bölüm 2

Hani bazı filmlerde olur ya, ana karakter filmin başlarında ilgisiz bir şey yapar, ne olduğu sonradan ortaya çıkar. O zamanlarda o karakter bile bilmiyordur o yaptığı şeyin böyle bir ilgisinin olduğunu. Hep beraber öğreniriz, ya dehşete düşeriz, ya şaşırırız ya hoşumuza gider. İşte geçtiğimiz hafta içinde Internetin dehlizlerinde dolaşırken bu 3 duyguyu bir anda yaşadım. Durum şu...
Aylar önce yazdığım Durak adlı bir yazı vardı, öyle matah bir şey değil. Sadece her sabah işe giderken o durağı gördüğümde bende uyanan hisleri anlatmıştım. Internette bulduğum şey ise Murathan Mungan'ın Kırk Oda adlı kitabında yazdığı bir hikaye. İsmi Boyacıköy'de Kanlı Bir Aşk Cinayeti. Buradan ulaşabilirsiniz. İlgimi çeken aşk hikayesi filan değil. İlgimi çeken Murathan Munhan'ın hikayenin başında olayın geçtiğim Boyacıköy otobüs durağını anlatması. O kadar içten, o kadar güzel ki. Biraz alıntı yapmak istiyorum.

Boyacıköy Durağı, bir hüznün mekanıdır.

İnerken sağda kapısı çıngıraklı bir eczane -içinde ak saçlı, deniz kadar yaşlı, yuvarlak gözlüklü bir adam, ilaç kutularının ardında gülümser-, onun yanında yalnızca tek koltuğu bulunan bir berber dükkanı ve sürekli köşede bekleyen, gözünü denizden hiç ayırmadan bekleyen bir inzibat eri vardır. Gözleri hep denizdedir, gözlerini alamaz denizden. Sanki o köşeyi değil de, denizin başını bekliyordur. Ve sanki Kars'lıdır, Erzurum'ludur. Hiç deniz görmemiştir askerliğine dek. Ve sanki şimdi denizden hiç ayrılamayacağını düşünüyordur. Kim bilir belki de kapkara bir balıkçı sevdasına tutulmuştur. Denizle ödeşecektir.

Sokaksa tutar elinden bu küçük sokakların, tutar elinden iki yanına dizilmiş basık tavanlı, yorgun kepenkli, küçük dükkanların, her gün denize iner.Yedilerden, tepelerden denizlere inen en eski İstanbullulardandır bu sokak.

Sabahları işlerine gitmek için -ya da öğle üzerleri bir yerden bir yere- denizi unutan, aklından çıkarmış olan bu insanlar, bu yan sokakların birinden buraya kıvrıldıklarında, anlarlar ki deniz vardır. Oradadır. Karşılarındadır. Yürekleri hızlanır. Adımları hızlanır. Deniz, yol kesen bir Bizans eşkıyası gibi çıkar önlerine. (Var mıdır böyle eşkıyalar Bizans'ta? Yoksa çağrışıma başka yerlerden mi taşınmışlardır?)


Peki neden yıllar önce yazılmış bu hikayeyi okuyunca ürperdim. Çünkü sevgili okur (dodo, ayşe ve bizim takımdan başka okuyan var mı acaba) benim yazımda geçen durak Boyacıköy durağı idi. O eczane, o küçük sokaklar, kepenkli dükkanlar hepsi burada. Her sabah işime gitmek için denizi aklımdan çıkarmış ben, bu durakla karşılaştığımda farkederim ki deniz vardır, hep oradadır.

Semra koy bi kaset de keyfimizi bulalım

7 Haziran 2007 Perşembe

Bu da mı gol değil hakim bey

Yağan yağmur,hafif kaygan bir saha..taşrada futbol heyecanı..müdürüm,amirim,başkanım hepsi gelmiş..ter atmaca maksat,amatör ruh..paslaşma, koşturmaca, çalım, gol..maç bitimi kazanan mühim değil o kadar..çay yeni demlenmiş sıcak sıcak..hararet alır,su yerine iyi gider..doldur bakalım bir daha şekeri de ilave et..ohh..hadi gidelim Bates motele..yolda Fatih Erkoç'un yeni albümü,5 nolu şarkı..cd olunca A sı B si de kalmıyor bu işin..Sevmiyorum seninle dolu olan bu şehri, sevmiyorum artık sensiz olan beni..Hayat fena halde futbola benziyor gerçekten ve üç iyi pas kesin gol getiriyor..

6 Haziran 2007 Çarşamba

Aphrodisias

Yöre halkının şivesine adapte olma çabasıyla akşamlarımı internet cafede geçirmeye karar verdim..Böylece blogumuza da bir iki katkıda bulunurum diye düşündüm.. Denizli şivesini anlamak gerçekten de zor..Hem hızlı hem de kelimeleri yutarak konuşuyorlar..Özellikle yaşlı insanlarda durum daha da feci..Sadece gülerek geçiyorum bazı durumlarda..Küfretseler farkında olmıycam o derece..
Geçen cumartesi günümü Aphrodisias antik kentini gezerek geçirdim..Son dönemlerde yaptığım en keyifli ve faydalı aktiviteydi..Aphrodisias'a gitmek için Tavas-Muğla yolundan sağa sapıp Karacasu istikametinde ilerlemeniz gerekiyor..30 km gittikten sonra tabela görmeyince benim gibi "yoksa geçtik mi" diyip yoldan birine sorun..Geyve ilçesi sınırları içerisindeki antik kent Roma döneminde güzel sanatlar ve özellikle heykel sanatında ilerlemiş bir medeniyete ev sahipliği yapmış..Kenti anlayarak ve iyi bilen bir rehber eşliğinde gezmek ve kentle ilgili her türlü ayrıntıyı öğrenmek 3-4 saatinizi alır ona göre..Ben "free rider" pozisyonda doktor olduklarını tahmin ettiğim bir gruba dahil oldum,2 saatte bitirdik..Bizim Türklerde gezmiş olmak için gezme anlayışı olduğundan detaya inmiyoruz sanırım..
Antik kentteki en şaheser yapılar tiyatro ve stadyum..Stadyumun dünyada o dönemden kalma en iyi korunan yapı olduğu söyleniyor..Tiyatronun ise akustiğinin sağlanması bakımından konuşlandığı yer hayret verici..Neyse gidin görün işte detayları anlatmıyım şimdi..
Yalnız kentten çıkarılan heykellerin sergilendiği müzeyi kapalı olduğu için göremedim. Onun yerine kartpostal satan amca ile muhabet kurarsanız size Aphrodisias ile ilgili belgesel izletirir, böylece aklınıza takılanlara da cevap bulmuş olursunuz..Ne zor şeymiş be gezi yazısı yazmak..

Press any key to continue

Taş devrinde yayınlanan bilgisayar dergilerinde şöyle bir hikaye yayınlanırdı. Adamın biri bilgisayar satın almış, bir zaman sonra satın aldığı yeri geri arayıp "Bana bozuk bilgisayar sattınız" demiş. "Niye?" demişler, "ekranda press any key to continue yazıyor, bu bilgisayarın any tuşu yok" demiş. Komik mi? Değil.

Any Key


Çağımız bilgisayar çağı (diye başlayan paragraflardan hep korkmuşumdur), artık o any key'i arayanlar, CD tablasına kahve fincanı koyanlar filan kalmadı. Hatta melontheroad bile arayıp "abi bu bilgisayarın MAC adresini nasıl öğrenirim, komut satırından ipconfig yapıyorum, olmuyor" diye sorabiliyor. Ya da bir arkadaşım (hadi ismi Z. olsun) Outlook Express kullanıyorum diye beni küçümseyebilyor. (YNT: lisanlama probleminden dolayı)
Yine de durum o kadar parlak değil. Geçenlerde bir projede beraber çalıştığımız danışmanlardan birisine bir pdf dosyası gönderdim. Hanım kızımız geri arayıp dosyayı düzgün açamadığını, açtığında Çince karakterler çıktığını söyledi. Ben de kendisine dosya adındaki Türkçe karakterleri ve boşlukları silmesini söyledim (ki bu durumlarda %90 işe yarar). Iıııhh olmadı. Dosyada bir bozukluk olup olmadığına bakmak için gönderdiğim dosyayı açtım. No problem. Dosyayı tekrar gönderdim, o tekrar açtı, sonuç yine hüsran. Dosyayı tam word belgesi olarak kaydedip gönderecektim ki aklıma geldi. Dosyayı hangi programla açtığını sordum hanım kızımıza. Excel dedi. Bilgisayarınızda pdf okuyucu yok mu dedim. O ne dedi. Kendisine adım adım Adobe Reader yüklettirdim. Ta taaa, dosya açıldı. Ben kilitlendim. Press CTRL+ALT+DEL.

5 Haziran 2007 Salı

Herbert çarşıdan bildiriyor..

Erkekler alışveriş sevmez diyen benimle henüz tanışmamış demektir. Gayet de severim. Tabi öyle kadınlarınki gibi terapisel bi durum değil benimki.

Elim ekmek tuttuğundan beri pek çekinmeden online alışverişe de sarmış durumdayım. Hem anında başka yerlerle fiyat kıyaslaması yapma şansı veriyor hem de bol çeşit sunuyor. E dükkana gidip gözünle görüp burnunla koklamanın yeri de ayrı tabi ama online alışverişin de kendine göre hazları var. Heyecanla kargo beklemek gibi, kargo poşetini açarken insanın içinin hophop etmesi gibi. Üstelik bu sayede uzaktaki sevdicekleri sevindirmek de daha kolay.

Neyse efenim biraz alışveriş sitelerinden bahsetmek niyetindeyim. Ama öyle hepsiburada veya weblebi gibi meşhur olanlardan değil. Onlar online alışverişin YKM'si veya Boyneri. Ben köşe başındaki butik tadında olanlardan bahsedicem.

Kachmaz ilk gözağrılarımdan. Neredeyse ilk açıldığından beri, yani yaklaşık 3 yıldır takip ediyorum. Prensip şöyle: her gün tek bir ürün satılıyor. Genelde ünlü markalardan (Calvin Klein'dan Zara'ya kadar) bir gün kadın bir gün erkek kıyafeti (ağırlıklı olarak da t-shirt) piyasadan epeyce düşük fiyata satıyorlar. Ürün gece 24:00'da satışa çıkıyor, bir sonraki geceyarısına kadar satışta. Tabi bitmeden istediğiniz bedeni bulabilmek için biraz acele etmek lazım. Ben de birkaç defa alışveriş yaptım hiçbir sorun yaşamadım. Benden veya kargo şirketinden doğan sorunları da çözmek için gerçekten benden çok uğraştı şirket. Herkes önce ürünlerin orijinalliğinden şüpheleniyor. Ama benim aldıklarım orijinaldi. Anladığım kadarıyla "Yabancı markalar bizim ülkede üretim yapıp üstüne etiket basıp fahiş fiyata satıyor" geyiğinin sonucu olarak bu üretimlerden artanları satıyorlar. Hergün bakılabilir. Bu arada o günkü ürünlere yorum yapılan bir kısım var, "ama şok şiyyiinn" ya da "hiç tarz bişi diil iiraaanç" gibi yorumlar okuyup çileden çıkmak mümkün.

Outletimle Kachmaz eskiden aynı şirketin siteleriydi ama şimdi öyle değil. Outletim de Kachmazla benzer ürünler satıyor ama burada daha fazla çeşit var. Fiyatlar Kachmazdan biraz daha yüksek olsa da fena değil. Buradan da birkaç alışverişim var, henüz bir sorunla karşılaşmadım.

Bunlardan İstiyorum

Bakıp bakıp iç geçirdiğimiz www.iwantoneofthose.com sitesindeki ürünleri Türkiyeye getirmiş ve pek de iyi etmiş bir site. Çok eğlenceli şeyler var, ama fiyatlar biraz tuzlu.

Bu da thinkgeek.com da görüp beğendiğimiz t-shirtlerin benzerlerini gayet hoş fiyatlara satıyor.




İsim biraz ürkünç olsa da başarılı bir site. Bu da Kachmaz gibi hergün tek bir ürünü piyasadan düşük fiyata satma mantığıyla çalışıyor. Ancak indragandi de genellikle teknoloji ürünleri satıyorlar. Zaman zaman çok eğlenceli ürünler de oluyor. El yapımı bumerang veya boğazda sandal sefası gibi. İndragandinin daha geniş bir kitlesi var. Site üyeleri hemen başka yerlerden araştırma yapıp piysadan ucuz mu değil mi yorumları yapıyorlar. Hatta zaman zaman trollingi abartıp birbirlerine giriyorlar. İndragandi de ürünler öğlen 12 de güncelleniyor ve iyi birşeyse hemen bitiyor. O yüzden takip edilmeli ve teknolojik ihtiyaçlar uygun fiyattan giderilmeli.

Bu da indragandiyle aşağı yukarı benzer ürünleri satan bir site. Farkı ürünün gece 12 de yenilenmesi. Aslında bu hergün bir ürün satalım fikri yabancı woot.com sitesinin başlattığı bir iş. Diğer siteler sadece fikri almakla yetinmişken Ben de istiyorum orada durmamış bütün site dizaynını woot'tan araklamış, şey pardon esinlenmiş. Bu sitenin de epeyce geniş bir müşteri ve takipçi kitlesi var.

Aynı prensiple çalışan 2 site daha var ama ben bunlardan hiç alışveriş yapmadım, piyasada da daha yeniler. Güvenli veya güvenilmez diyemem:

Bugüne Özel ve Herşey Kampanya

Bunlara da hergün en azından merakımdan bakıyorum.

Bakın ama bi yandan da kendinize hakim olun. Sonra vay efendim sen gaza getirdin de, yok efendim ocağımıza incir ağacı dikildi de gibi şeylerle gelmeyin bana. Çoluğun çocuğun rızkını internete yatırmayın..


Not: Yanlış anlaşılmasın kimseden reklam falan almadık. Sadece paylaşalım dedim. Ama bu sitelerin sahiplerinden aferim çekirge eline sağlık al şu parayı önümüz bayram diyecek olursa arasın :)


Üstümde büyü var nasıl bulabilirim

Herbert bugünlerde çok meşgul olacak ki, geleneksel Google'dan kimler gelmiş araştırmasını yayınlamadı. Hatırlarsanız "sonsuza kadar bitti derse erkek ne demek ister" yazısıyla dertlere derman olmuştu kendisi. Sazı ben alayım elime.

Efendim, geçtiğimiz 15 günde Google vasıtasıyla blogumuza yolu düşenlerin dertleri şöyle idi.

1-Üstümde büyü var, nasıl bulabilirim? Herbert, melo... El derman
2-Lost'un sezon finalinde Jack ölüyor mu? Herb??
3-Berlinde kalınacak yer: melo?
4-Çağla Kubat Filli Boya reklam müziği: Daha önce de söylemiştik, Levan's Polka adlı Fin halk şarkısının kötü bir taklidi.
5-Evde kedinin ihtiyaçlarını nasıl karşılarız? Hangi ihtiyaçlarını?
6-Can sıkıntısını geçirme yolları: Bu konuda melontheroad hanımefendinin engin deneyimlerinden faydalanabilirsiniz.
7-Yabancı etkileyici şarkılar: Bu konuyu en iyi TGM bilir.
8-Prag'daki astronomik saatin özellikleri: Prag'la ilgili yazılarımıza bakınız.
9-Şimşek çakması için en iyi mevsimin bahar olması: Höö?
10-MSN'de ne dinliyorum özelliğinin istediğimizi yazması: İstediğiniz şarkıyı dinlemeniz sorunu çözecektir.

Fotoğraflarla Emirgan Korusu

"Seni sevmiyorum Ferit"
"Nayııır, nolamaz"
konulu fotoğraf
Emirgan Korusu
Bir tatlı huzur
Emirgan Korusu
Emirgan Korusu
Emirgan Korusu
Mantar ağaç
Emirgan Korusu
Hisarda kahvaltı yapmaktan sıkılanlara
Emirgan Korusu - Köşk

4 Haziran 2007 Pazartesi

Google

Google hizmetlerinden kaçını kullanıyorsunuz? Ben kullandıklarımı sayayım. Arama motoru, Gmail, Blogger, YouTube, Takvim, Picasa, Earth, Maps, Alerts, Analytics, Belgeler, Not Defteri, Masaüstü Arama ve bazen Reader. Ne korkunç değil mi?
Google'ın her hizmetinden memnunum. Ancak bu kadar çok şeyin tek elde toplanması, korkutucu bir hal almaya başladı. Bu adresteki yazıda Google'ın tüm satın almaları mevcut. En önemlilerini sayacak olursak, 2004te Picasa'nın alımıyla başlayabiliriz. Picasa bir görüntü düzenleme yazılımı. Urchin, Mart 2005: Şimdiki adıyla Google Analytics, web sitelerindeki ziyaretçi trafiğini kaydediyor. Writely, Mart 2006: Belgeler hizmeti, web üzerinden çeşitli ofis dosyalarını oluşturmanıza yarıyor. YouTube, Eylül 2006: Söze gerek yok. Doubleclick, Nisan 2007: Google Adsense neredeyse rakip olan doubleclik şirketini satın aldı. Panaromio, fotoğraf paylaşma sitesi.
Öyle iz bırakır bir durumdayız ki. Gmailden e-postalarımızı okuyor, Google'dan ilgi alanımıza giren konularla alakalı arama yaptırıyoruz. YouTube'dan hoşumuza giden videoları izliyor, Earth'ten evimizi, işyerimizi işaretliyoruz. Gideceğimiz adrese Maps'ten bakıyor, günlüğümüzü Blogger'da tutuyoruz. Hani Google bunları kötü niyetle kullanacak olsa (ki belki kullanıyorlardır) Horatio'nun kim olduğu açık seçik ortada. Sanki küçük bir ilçede yaşıyormuşsunuz gibi. Herşeyiniz biliniyor.
Yakında Google Internet'in tamamına sahip olacak, göreceğiz günümüzü.

Tecavüze Uğrayan Polyanna

Her ne kadar uzun süre evimden uzak kalsam ve Mr.TGM nin de dediği gibi Bates Motel tadında bir yerde kalsam da, herşeye iyi tarafından bakmak lazım. Bakın bir tanesi bu: fotografı çekilecek yeni malzemeler.

Ama ben şapşallığıma doymayım, haftasonu gittiğimiz pikniğe fotoğraf makinamı götürmeyi unuttum. Böylece "kene varmış buralarda" uyarısıyla çoraplarımızın içine soktuumuz paçalarımızı ve arabanın dikiz aynasını yemeye çalışan ineği baltayla kovalayan piknik arkadaşımı paylaşamıyorum sizinle. Ama şu kadarını söyliyim, bozkır iç anadolunun göbeğinde az bulunur ormanlardan birindeydik, ortam ve manzara çok güzeldi.

Aşağıdaki resimleri ise yolda görev yerime giderken çektim. Eleştirmeye başlamadan önce söyliyim bunları 100 küsür km/saat hızla giden bir arabayı kullanırken çektim, objektif filtresi olarak da ölü sineklerle bezeli ön camım var.



Gerisi flickr'da

3 Haziran 2007 Pazar

MFÖ yakar gönlümü

MFÖ'yü çok severim. Babam bana Peki Peki Anladık'ın olduğu kaseti aldığında herhalde 7-8 yaşındaydım, çok sevinmiştim. Büyüdükçe diğer şarkıları da keşfettim. Gitar çalmayı öğrenince ilk Güllerin İçindeni çaldım. Ankara Kızılayda İş Bankası üstgeçidinin ayaklarındaki (sokağın adını hatırlayamadım) Ada Müzikte Ele Güne Karşı kasetini hazineymiş gibi bulup günlerce dinlemişliğim vardır. Geçen sene Açıkhavadaki 30 Haziran MFÖ konserinde Sarı Laleleri dinlerken ağlıyordum az daha.

Kalbimdeki MFÖ sevgisini anlatabildim sanırım. Şimdi bunların üzerine Mazhar Alanson'u saçma sapan TTnet reklamlarında görünce yıkıldım. Onlar ne kötü espriler öyle! Tamam Mazhar Alanson zaman zaman acayip açıklamalar yapar, bizi üzer filan ama, bu reklamlar sindirilebilecek gibi değil.

Bir de Fuat Güner'in X-star yarışmalarından birinde jüri olduğunu öğrendim. Buna da canım sıkıldı. Yakında birisiyle saçma sapan bir polemiğe girip adının kötüye çıkmasından korkuyorum.

Özkan, sen akıllı adamsın. Gel kurtar şu grup arkadaşlarını bu alemlerden.

1 Haziran 2007 Cuma

Gidiş-Dönüş-İlk İzlenimler

Horatio'nun dediği gibi bizim turne başladı..Basta,davulda,gitarda ve vokalde Mr. TGM..5 aylık Anadolu gezimizin ilk etabına Mayıs'ın son günü sabahı başladım..Rahat sayılabilecek bir yolculukla önce Denizli'ye,ardından da Tavas ilçesine vardım..Ankara'dan Bodrum-Marmaris tarafına gidenler bilir,Tavas Denizli ile Muğla arasında ufak bir ilçe..Ama birisini buraya bıraksalar ve nerede olduğunu tahmin et deseler Ege Bölgesi'nde olduğuna ihtimal vermez heralde..Öncelikle kalınacak yer ve yemek yeme yeri olarak sıkıntılı bir yer..Kaldığım yer Amerikan filmlerinde gördüğümüz, üzerinde "HOTEL" yazan yol kenarları otelleri gibi..Hatta bunlardan tek farkı üzerinde "OTEL" yazması sanki..Yemek konusu ise daha kötü..Kasaba merkezinde yemek yiyecek bir kaç pide salonu dışında düzgün yer yok gibi..Öte yandan bu tür şeyleri dert edecek bir yapıda olmadığım için fazla takmadım..Sonuçta ilk defa değil bu tür yerlere gelişim..
Bu arada kasabamız muhafazakar bir yer olduğu için Cuma günleri esnaf pek takılmıyor..Zaten adamların dünya umrunda değil sanki..Her köşebaşı bir kahvehane..Öğlen gofret aldığım dükkanın bir tekel bayisi olduğunu farkedince şaşırdım aslında..Esas şaşkınlığım ise uzun saçlı,Küba devriminden yeni gelmiş abiyi görünce oldu..Dükkanın çıkışında arkama bakıp tabeladaki yazıyı görünce tamam dedim korkulacak bişey yok.."COMMANDANTE TEKEL BAYİİ"..

Yarın bu yöredeki ören yerlerine bir bakıcam..Devam edicez korkmayın bu kadar..Mr. TGM is back:)

In this town we have no sympathy

1 Haziran. Resmen yaz geldi. Bugün İstanbul'da hava parçalı bulutlu, sıcaklık 25 derece, deniz masmavi, Fatih Sultan Mehmet köprüsünde Anadolu'dan Avrupa'ya geçişlerde yoğunluk etkisini gösterirken Mecidiyeköy-Çağlayan istikameti açık.
Kimseye nispet yaptığım falan yok, özellikle de GodForgottenPlace'lerde olanlara. Son 3 senedir, Mayıs başında peydahlanıp, ortasında iyice azan, Haziranla birlikte belamı bulduran sıkıntıyı bu sene yaşamadım. Çok keyifliyim. Şenlikler başlasın, davullar çalsın, dargınlar barışsın!
Mesainin bitmesiyle birlikte tarihte ilk defa 1 Haziranda İstanbulda olmanın keyfini çıkaracağım. Bebek sahiline kadar yürüyeceğim, orada batan güneşin karşı yakadaki yalıları sarı-turuncu renge boyamasını seyredip geri döneceğim. Belki yolda bi de Abbas waffle patlatırım.
Herbert, TGM ve Dodoya Tanrıdan sabır diliyorum. Aşağıdaki şarkı hepimiz için geliyor.
In this town All streets lead to sea All girls and boys Leave by A.M. 3
In this town All the rooftops glimmer All the engines stop And you hear the silence of your lover
In this town We have no sympathy


Melontheroad, hatırladın mı?