30 Aralık 2009 Çarşamba
Öz Kilis Kebap ve Lahmacun Salonu
Anılar
27 Aralık 2009 Pazar
I lose my right to a point of view
Benim bayıldığım bir şeydir tamirat, eğer üşenmezsem. Elimden de gelir aslında. Bazen gaza geliyorum, daha önce anlatmıştım maceralarımdan birini. Ama bazen de uyduruk bir çözüm buluyorum öööylece yatıyor işler. Hatta bazen o bile olmuyor. Mesela ne için aldığım belli olmayan raflı kutu, sonunda horatio sinir kirizi geçirip bir buhran anında kurana kadar 2 yıl yattı yarı çakılı halde. Şu an sehpa olarak kullanıyoruz o ayrı. Neyse efenim ben her iki ruh halim için de internette esin kaynağı buldum:
Bunlar ikea’dan aldıkları malzemelerin köşesini bucağını budayıp törpüleyip çivileyip başka bir şey yapan, matkap, elektrikli testere, zaman ve istek sahibi güzel insanların sitesi. Çok yaratıcı fikirler var. İnsanın bütün evi baştan yapası geliyor baktıkça.
Burası tembel dahilerin toplanma yeri. Sorunları temiz olmayan, düzenli olmayan, estetik hiç hiç olmayan yöntemlerle çözenler için. Yuh dedirtenler olduğu kadar viki the vikingmişcesine fikir çaktıranları da var. Türkiye’den bir örnek bile buldum. Ayrıca çok çok komik yorumcuları var ve site sahibi en komiğini resmin altına ekliyor. Canın sıkılınca dolaşmalık.
Ama asıl güzel olan bakış açısı farkı. Aynı kitaplığa birisi yaratıcı derken öbürü saçmalama kuzen diyebiliyor. Internette herkese yer var.
25 Aralık 2009 Cuma
Müstakbel tertiplerle hemen tanışmaca
"Dövizle Askerlik Paketi" Ocak 2010 celbinde dövizle askerlik görevini yerine getirecek asker adayları için hazırlanan ve askerlik süresince ihtiyaç duyulacak olan malzemelerin bir araya getirildiği bir askere hazırlık paketidir.
ve Ocak 2010 tertibinin Facebook sayfası.
22 Aralık 2009 Salı
Kidemli kademeli kel
21 Aralık 2009 Pazartesi
Siklamen
gidip havayı değiştirdiğin zaman siklamen
bir fransız filminin içine giriyoruz birlikte
nasıl birisin? nasıl giriyorsun benim hayatıma
afedersiniz siklamen demiştim bir gün bir yerde
siklamenin meleksi formlardan oluştuğunu biliyor musun siklamen
ama yüreğinde ölümü anımsatan bir krizantem var
onu dolduramıyorsun sadece havayı değiştiriyorsun
yaprakların yüreği andırıyor ve birisi
giriyor oraya senden ve benden habersiz
o yok-biri kurumuş siklamen yaprakları gibi
kızıl bir bayrak gibi koruyorsun o yok-birini
kalbin siklamen petalleri gibi gizli dokunmaya korkuyorum
korkutma beni ve o yok-birini
orada kal sağlam kızıl bir bayrak gibi
Lale Müldür'ü Destina dışında pek fazla tanımayanlardanım. Daha fazla okumak lazım.
Bu arada ne güzel çiçeksin sen siklamen,
bana onu hatırlattığın zamanlar dışında..
17 Aralık 2009 Perşembe
Ne güzelsin sen Eminönü
BÜYÜK AÇILIŞ
dan brown'ı dinliyorum gözlerim kapalı
Bu aralar yine köprü geçer hallerdeyim. Her akşam trafikte balataları sıyırmamak için alternatif yollar arayışıma, biçare gps de elinden geldiğince katkıda bulunuyor. Ama dur ben Navturk'u ayrı bir post yapayım, malzeme çıktı. Neyse efenim bu sabır testi yollarda müzik dinlemekten insanın sıtkı sıyrılabiliyor kolaylıkla. Hele ki ben gibi maymun iştahlılar. Arabadaki cdlerden zaten çoktan bıktım. Bir ara Glee'yi dinledim bolca ama sıktı (dur o da ayrı post olsun). Radyo desen ruh halime uymayınca onu da dinleyesim gelmiyor. Uzunca bir süre modern sabahlar podcastlerini dinledim ilaç niyetine. ama onlar da podcastleri aksatıyor bu aralar, zaten onu indirip cd ye yazmayı da unutuyorum. Kitap deseniz araba kullanırken nasıl olcak o iş derim de yolcuyken bile fazla okuyamıyorum, dalgalanıp duruluyor mide. Bir nefes olsun diye audio book olayına girdim. Daha önce de şehirlerarasında denemiştim, iyi oluyor. Efenim indiriyorsunuz internetten, ondan sonra siz istediğiniz işi yaparken o mırıl mırıl okuyor size, radyo tiyatrosu gibi, bayılıyorum. Sanki böyle isviçre alplerindeki kabinimizde yaşlı ninem şömine başında bana masal anlatırmışcasına ( bu olmadı gibi). E tabi konsantrasyon seviyesi gereği öyle nietzsche falan dinleyemiyorsunuz. Böyle hafif çerezlik, ilgiyi yüksek tutacak ama çok yoğunlaşmayı gerektirmeyecek bir şey lazım. Lost Symbol'dan daha iyi nolabilir bu durumda deyip indirdim. Henüz daha ortalara geldik ama tırışkanın tırışkası bir kitapmış, yine de dinliyor insan. Bu noktada 2-3 kitap dinlemiş biri olarak tavsiyem kimin okuduğunu araştırın, çok mühim. Sıtma görmemiş dana oktavında sesleriyle okuyanlar bile var. İngilizler biliyor bu işi. Mesela Harry Potter'ların bir İngiliz bir Amarikan versiyonu var, Stephen Fry'lı biritiş versiyonu bin basar. Bazı beleş kaynaklar olduğu gibi (misal) genellikle 7-8 dolaresinize bakıyor bir kitap. Tabi internetten torrentti rapiddi indiryormuş insanlar, çok ayıp.
Bir de kindle alasım var bu aralar ama frenliyorum kendimi. Yok yok almıyım ben onu.
16 Aralık 2009 Çarşamba
halka verir talkını kendi yutar salkımı
15 Aralık 2009 Salı
HEDİYE OYUNU
Yılbaşında evde kalıp oyun oynamak isteyen ama Tabu, Trivial Pursuit ve Tombala'yı çoktan tüketmişler için ilk defa geçen yılbaşında oynadığımız bir oyunu anlatacağım. Belki siz de beğenip oynarsınız. Ancak baştan söyleyeyim de çok samimi olmadığınız kişilerle oynamayın, gece tatsız bitebilir. İnsan gerçekten hırslanabiliyor.
Önce 3 tane konu seçiliyor. Biz geçen sene EĞLENCELİ, KULLANIŞLI ve KIRMIZI seçmiştik. Oyuna katılacak herkes diğerlerine söylemeden bu konularda limitler içinde birer hediye alıyor. Örneğin, ben geçen sene eğlenceli konusu için bir duş radyosu, kullanışlı konusu için bir porselen kapaklı süzgeçli kupa, kırmızı konusu için de kış desenli kırmızı bir yastık almıştım. Yılbaşı gecesi hediyeleri herkes yanında getirdi ve kategorilere göre ayırıp çam ağacının altına koyduk.
Oyun 2 turdan oluşuyor. İlk turda herkes zar atarak, sayıların anlamına göre hediyeleri toplamaya başlıyor.
1. Eğlenceliden bir tane al
2. Pas
3. Kullanışlıdan bir tane al
4. Pas
5. Kırmızıdan bir tane al
6. Pas
Hediyeler herkes tarafından ilk defa o an görüldüğü için gerçekten çok zevkli oluyor. Kullanışlı için alınan tuvalet kâğıdını paketinden anlamayıp da yaşasın en büyük hediyeyi kaptım diye sevinip paketi açan oyuncunun paketi açtığındaki surat ifadesi bizi epey eğlendirmişti mesela. Neyse ki 2. turda beğenmediğiniz hediyelerden kurtulmak ve beğenip de alamadığınız hediyeleri elde etme şansınız var.
Çam ağacının altındaki tüm hediyeler bitince 2. tur başlıyor. İkinci turda süre tutulması gerekiyor. Ama bu sürenin ne zaman biteceğinin oyuncuların bilmemesi daha iyi olur ki sonuna doğru taktiksel hareketler geliştirmesin kimse. Oynamayan biri varsa o süre tutsun. Biz mutfak saatini kurmuştuk ve bir kenara atmıştık, ötünce oyun bitmişti. Oyun süresince kimse saate bakmamıştı tabi.
2. turda da herkes sırayla zar atıyor ve gene her sayının bir anlamı var.
1. Pas
2. Bağış zarı: Kendinde olan hediyelerden birini başka birine ver
3. Pas
4. Hep bana zarı: Başka birinde olan hediyelerden birini al
5. Pas
6. Paylaşma zarı: Kendindeki bir hediyeyi birine ver, ondan bir hediye al
Süre bittiğinde ise herkes elindeki hediyelerle evinin yolunu tutuyor. Eli boş kalanlar için ise üzülüyoruz:)
Geçen seneki oyundan aklımda kalanlar:
* Oyunun sonunda hiç hediye kazanamayan bir arkadaşımız olmuştu. Oyun bitince, ona çok istediği ve diğer bir oyuncuyla oyun boyunca kapıştığı Faruk Malhan tasarımı ikili Koleksiyon çay bardak setini başka bir oyuncu hediye etti. Meğer o da ona vermek için kapıştığı oyuncuyla kapışırmış. Daha sonra evine gittiğimizde öğrendik ki, bardaklardan biri kırılmış! Sanırım bu lanete eğlenceli konusu için aldığı Zeki Müren ve Müzeyyen Senar CDleri olmuştu.
* MOS aldığım kış desenli kırmızı yastığı o kadar beğendi ki, oyunun bir yerinde yastık kendine geçtiğinde kimse fark edip de almasın diye yastığın üzerine oturmuştu. Yastığın koltuğun minderi olmadığı oyunun sonuna doğru fark edildi de yastık bizde kaldı çok şükür.
* En bomba (!) hediyeler olarak kullanışlı için alınan tuvalet kağıdı ve kağıt havlu hediyeleri seçildi ama hediye sahibi bile onlardan kurtulmak istedi. Tuvalet kağıdı bize patladı, kağıt havlu da alan oyuncunun kardeşine kaldı, ya da tam tersiydi.
* Bir adet çam ağacı şeklindeki USB laptop ışığı anlamsız bir şekilde biri 30, biri 10 yaşındaki oğlu için yarışan iki oyuncu arasında kapış kapış gitti. Sonra yaşça büyük olan oyuncu ağabeylik yapıp hediyeyi kovalamayı bıraktı da oyun tekrar heyecanlandı. Aynı hediyeye takılmamak gerek.
* Benim en çok almak istediğim hediyeler kırmızı minderli kucak tepsisi, kırmızı kupalar, kırmızı yastık ve duş radyosu olmuştu. Kırmızı yastığı MOS benim için aldı ve halen kullanıyoruz, ben de kırmızı LAMY kalem ve Garfield kitabı ile oyunu bitirdim. LAMY kalemin arkasını yedim, Garfield kitabının nerde olduğunu bile bilmiyorum. MOS tombala tombala diye tutturduğu için bir adet tombala ve bir adet de bingo oyunu da bize kaldı.
* Pişti olunur mu acaba diye korktuk ama sadece iki oyuncu kırmızı için benzer hediyeler almıştı. Birisininki Paşabahçeden ikili kahve fincanı, diğerininki de aynı desenin ikili kupasıydı. Bunları çok istememe rağmen başkalarında kaldı, o da ayrı.
Bu seneki konularımız ise BEYAZ, KOMİK ve SEKSİ.
14 Aralık 2009 Pazartesi
anne ben ıssız adam oldum
Efenim fırını alınca insana bir cümle içinde kullanma hevesi geliyor. Önce bilinen usullerimiz çerçevesinde yemek ısıttık, o tamam. Sonra deneysel çalışmalar başladı, bir kısmı felaketle sonuçlansa da. Mesela kruvasan çok hassas bir yapıymış, biraz fazla tut, içten yanmalı bir şekilde kömür oluyor, kok tadında. Ama mesela zaten kendisi fevkaladenin fevkinde bir oluşum olan probisi düşük ısıda çok az tut mikrodalgada. Imh ımh ımh onun içi böyle yımışacık.
Sonra mikrodalga mısır aldım. Çok sevmiyorum aslında onu, aşırı yağlı tuzlu, yiyince serenserengildudağı gibi oluyor dudaklarım. Ama deneysel aldım yine. Yalnız üstünü okumadan alınca şekerlisinden almışım. Şekerli patlamış mısır mı olur komşular, Amerikalıları her kazurata şeker katmaya alıştıran Cargill’in işi bu. Kahrolsun emperyalizm.
Böyle ağzımı belerte belerte yedim onu. Sonra dedim ki madem mühendisim ben de yaparım bunu. Önce kese kağıdına koydum mısırı, üstüne biraz zeytinyağı, biraz tuz, ağzını kürdanla kapa. Hiksinç bir sonuç oldu, mısırlar yandı ve kümeleşti yuvarlak yuvarlak, bir kese kağıdı dolusu arap toşbili olarak çıktılar mikrodalgadan. Vazgeçtim mi, ASLA!! Bu sefer cam bir kaba koydum mısır zeytinyağı tuz triosunu. Ağzını kapatsam bu ısınınca fırını elimize alırız dedim, açık bıraksam zati olmaz. Üstüne bir tabak koydum, oley ben. Maximum ayarda, patlamalar seyrekleşinceye kadar bekle, sonuç fantastişe. Mısırlar pek leziz ama cam kabımız sıcaktan akkor halini almış, özü olan kuma döndü dönecek, aman dikkat. Galibiyet çığlıklarım karşı yamaçlardan yankılandı.
Bu muazzam zaferle benim yemek yapan yerlerim kaşınmaya başladı. Horatio da bu aralar pilav+konserve barbunya veya pilav+konserve fasulye kombosunu çevire çevire pişirip eminebedermişcesine kasılıyor ortalarda. Sonra bana hava yapıyor güya efenim poşe yumurta ne demekmiş bilir miymişim. Bastıbacak aldı cevabını tabi, sen sümüğünü koluna silerken ben jülyen sebze doğruyordum. Dedim ben yaparım bu işi. Ama böyle güzel bir başlangıç yapmam lazım.
Karar verdim, zehirlersem aileleri tazminat davası açmayacak, yemekten fazla anlamadıkları için bikbik başımın etini yemeyecek çekirdek bir ekibi seçip eve çağırdım. Dedim bu güne kadar makarna ve menemenden başka yemek yapmamış bu eller zincirlerini kıracak, gelin tarihe şahitlik edin. Aç tipler hemen kabul etti tabi.
Ondan sonra menu kısmi geldi. Basta niyet zeytinyağlı dolmaydı ama bayramda annemin yaptıklarıyla overdose olunca dolmadan vazgeçtim. Ondan sonra kendi kendime mikrodalga olayının üstüne gideyim, madem ki bu olayın kitabini yazdım bebek dedim (samimiyim kendimle ne var hallah hallah). İnternette biraz dolaştım, ne çok yemek blogu varmış 3 vakte kalmaz obez olur bu toplum. Ama hepsi dostlar alışverişte görsün siteleri. Gecen bir pasta yaptım millet kapımda kul köle oldu, namıma din başlattılar müritlerim temalı yazılar hepsi. Altta da her biri kendi yemek dinine sahip komsu blogerriyelerden yapay yorumlar: "Canım çok güzel olmuş süpersin, ama ben pişirirken içine bir tutam nane atıyorum, herkes bayılıyor. Zencefil de yakışır. Bize de bekleriz” dese de, alt metin aynen şöyle “bu kıçıma benzemiş bulamacı koymuşsun ya buraya, Allah seni nasıl biliyorsa öyle yapsın pespaye karı. Gel benim bloga da yemek görsün çapaklı gözlerin.” Bir de bloglardaki hepsi yalandan tarifler: “iste yumurtayı kırıyosun, aldığı kadar un koyuyorsun ama puf noktası unu çimdik çimdik koymak oldubitti maşallah” yazıyor çoğunda. Çok sevgili bagyan, ben o karışımın ne kadar un kaldıracağını idrak edecek muhakeme seviyesinde olsam senin kici kirik blogunda ne isim var, pastane açmıştım şimdiye kendime. Neyse ara tara şu brownie tarifini buldum, gayet açık net derli toplu. 7 dakikada da pişiyor. Budur dedim yaparım ben bunu. Aynı sitede gezerken bir de kısır tarifi buldum. Yanına da şanı 7 düvele yayılmış biralı tavuk ve yalancı patlıcan salatasını yaptım mı, daha kim tutar artık beni.
Büyük gün geldi çattı, akşama aç kurtlar gelecek ben hoplayıp her şeyin başladığı reale gittim. Elimde printout malzeme listem, fırıl fırıl dönüyorum. İnce bulgurlar, kenton kakaolar havada uçuyor. Ama Acemciliğin verdiği bir takım sıkıntılar da olmuyor değil. Mesela un mun reyonunda yanımda duran ev kadınıyla şöyle bir diyalog var:
-Pardon kusura bakmayın vanilya bulamıyorum, hangi reyonda olur onlar
-İşte evladım bütün raf vanilya.
-(gözü de bozuk galiba) vanilya değil vanilin onlar hem de şekerli
-E aynı şey evladım
-(nası lan) ımh aynı evet ama şey kemküm (kentonun ceo sunu yakalasam sorucam bunun hesabını vanilyayla aynı şey yazsan elin mi kırılır)
Veya kuru fesleğen bulamadım mesela, kerameti meçhul bir özgüvenle hesap soruyorum nasıl fesleğen olmaz koca markette sizi Ayşe’ye şikayet edicem diyorum, bulup getiriyorlar.
Neyse kör topal bitti alışveriş ama hazırlama kısmında multitasking dağlarına adımı yazdım resmen. Tezgahın üstünde bilgisayar ve bilumum malzeme birbirine girmiş. Ev de yemek yapmaya alışık olmadığı için altyapı zayıf, kayık tabak 1 tane salata kabı 1 tane yetmiyor yetişmiyor, bulgurlar ıslatılıp istirahata çekilirken evde brownie için mikser olmadığı anlaşılıyor, çatalla çırpsam olur mu temalı acil durum çağrıma annem evladım el blendırı verdim ya sana onla çırp diyor, blendır aranıyor. Kullanılan malzemenin ortada bırakılmaması gereği, az sonra başka bir işi için yeniden kullanılacağı gerçeği, kalk gidelim diyen mutfak manzarasıyla tokat gibi iniyor yüzüme. Aklımda 8 milyon tane optimizasyon problemi, şimdi brownieyi yapsam hamur dinlenir ama patlıcan için de lazım blendır, bu arada tavukları hemen yatırayım malzemeye onu emsin ki ben bu arada kısırın soğanını doğrarım diye dört dönüyorum ortada. Bu arada tariflere kızıyorum, önce bir su bardağı yağ koy sonra bilmem ne yap sonra yarım su bardağı un koy. Önce söylesen unu temiz bardakla koyardık şimdi yeni bardak mı kirleteyim yıkayacak durum mu var demeye kalmadan tarif 2/3 su bardağı süt istiyor. “kaç tane su bardağı var sizin evde bacı” diye haykırıyorum istemsiz. Neyse her şey bir şekilde yoluna giriyor, ben kısıra son noktaya koymuş dirseklerime kadar bulgurun içindeyken kapı çalıyor. Allahtan gelen Hızır kod adlı sarışın arkadaş hemen ortalığı toparlıyor bulaşıkları devşiriyor, mutfak ağır sanayi görünümünden kurtuluyor. Tavuk pişiyor patlıcanlar eziliyor, e voila her şey hazır. Bu arada çekirge sürüsü birer birer damlıyor.
Mevcut durum altında sonuç iyi, insanlar memnun. Arada yağı mı az gibi yorumlar geliyor ama tamam diyorum. Hele ki asıl beni tırstırıp 7 dakikada brownie değil banyo süngeri bile olmaz dediğim tatlı evlere şenlik bir lezzette çıkınca kopuyorum zaten. Sürekli çocuğundan bahseden görgüsüz ebeveynler gibi, millet cern deneyinden bahsederken “inanır mısınız mikrodalgada pişirdim” diyorum.
Neyse ben gaza geldim iyice, daha pişiririm bir şeyler. Korksunlar benden bu alemde.