31 Ocak 2008 Perşembe

hiç okuyanla okumayan bir olur mu

mor koyun güzel yazmış şunu. aferim otur, 9.

30 Ocak 2008 Çarşamba

Cavendish&Harvey



Milletin kitap,CD,dergi ve bilumum ıvır zıvır satın aldığı D&R'a gidilir.
Direk kasa bölümünün orda bulunan söz konusu şekerlerden alınır.
2 günde bitirilir.
Cırcır olunur.

Elveda akide şekeri..

I think we've.... found our man!

Karmakarışık cinayetleri olay mahallinde bulunan ıvır zıvırı mikro dalga fırına koyarak çözen CSI dizileri arasında favorim Miami. Olayların Miami de geçmesinden filan değil adaşım Dedektif Horatio yüzünden. Horatio'yu oynayan David Caruso çok komik ya! Kendisi hakkında bir kaç laf edecektim ama Jim Carrey sağolsun bana fırsat bırakmamış. Buyrun, izleyelim. Hem biraz kafamız dağılır.

herbert the cat burglar

Son zamanlarda, büyük ihtimalle kış depresyonun da katkısıyla, sadece bizim blogda da değil, neredeyse bütün blogger aleminde ve arkadaş sohbetlerinde konu sabit: işten tatminsizlik, piyango çıksa da istifa etsem hayalleri, hayatım bu mu olacak şaşkınlığı. Bu aralar işe otobüsle gidip geliyorum, etraftakilerin suratına anlamsızca bakıp hayallere dalabildiğim için veya soğuktan beyin damarlarım büzüştüğü için bu tür mevzuları daha çok düşünme fırsatım oldu. Kendimce sebebi buldum sanırım (ya da soğuk kalıcı bir takım etkiler bıraktı).

Biz 80lerde peydah olan, 90larda oynadıkça palazlanan, 2000lerde iyice sıkılınca aynaya patlayan ergenlik sivilcesi tadındaki yoğun iletişim çağının ilk nesilleriyiz. O yüzden beklentilerimiz de farklı.

Babam büyük ihtimalle geçimi kendi anne babasından, meslekleri mahallenin büyüklerinden, cinselliği her mahallede bulunan ve ergenlere kendi fantezilerini “ondan sonra yengenizi kaptığım gibi..” şeklinde başlayan cümlelerle gerçekmiş gibi anlatan yağlı saçlı delikanlıdan öğrendi. Hal böyle olunca da kendi hayalleri bu hammaddeden şekillendi. Ha belki daha farklı şeyler istemişti, ama ne olursa olsun elde ettiği hayal ettiğinden o kadar da uzak değildi. Durum böyleyken tatminsizliği de sınırlıydı.

Oysa ben hayatı amerikan filmlerinden, ikili ilişkileri Dallas’tan, korkuyu Clementine’den, başarıyı Rocky’den, cinselliği Tutti Frutti’deki kumraldan (kiraz olan hani, pembeli), kötülüğü Nuri Alço’dan, karizmayı James Bond’dan, acıyı Küçük Emrah’dan öğrendim. Hiçbir şey ortalama değil her şey keskin uçluydu. O yüzden de hayatım da öyle olacaktı. Babam niye mühendis olmuştu ki, gizli ajan olup dünyayı kurtarmak dururken, çok saçma. Benim tabi ki böyle olmayacaktı yaşantım. Ne olacaksın diye sorduklarında, tabi ki yatmadan dişlerini fırçalayan, bayramlarda saçlarını inek yaladı tarayıp komşu amcaların elini öpen akıllı çocuk olarak “bilgisayar mühendisi” diyordum. Ama tabi ki öyle bir şey olmayacaktı, saçmalama kuzen. Benim kariyerim çoktan hazırdı, hırsız olacaktım.

Ama öyle sağdan soldan çalan amiyane bir hırsız değil. Zıpkınımsı silahımı karşı çatıdan sıkıp gerdiğim ipten kayarak müzeye girip, önce vakumlu hiper teknolojik cihazımı cama yapıştırıp etrafını yuvarlak olarak kesip o delikten içeri girecektim. Üstümde simsiyah kıyafetler, kar maskesi ve lazer-göster gözlüklerim var tabi ki. Sonra (en zevkli kısmı bu) nadia komanachiye parmak ısırttıracak zorluk derecesindeki estetik fakat erkeksi akrobatik hareketlerle lazerlerin arasından süzüm süzüm süzülecek ve bir samırsoltla elmas kasasının önüne düşecektim. Bu arada tabii bir gıdım bile terlememişim (kar maskesine rağmen). Neremden çıkardığım belli olmayan kazulet kadar hiper-teknolojik aletle kasayı açacak, elmasları alıp yerine de her zaman yaptığım gibi kırmızı bir gül bırakacaktım (beyaz bir eldiven teki de olabilir esasen). Nasıl hayatı televizyondan öğrendiysem, kariyerimin detaylarını da görevimiz tehlikeden çizmiştim. Çok sonra öğrendim ki mesleğimin bir adı da varmış: cat burglar. Antrenmanlara çocukken başladım. Yerdeki alarm sistemini çalıştırmadan divandan başlayıp komodinin üstündeki vazoyu almaya çalışırdım. Genelde ödülüm vazo değil de, marley zeminle kaynaşan kıçımın yan etkisi olarak gözümün önünde uçuşan yıldızlar olurdu.

Daha sonra ise Anadoluliselerinehazırlansınavlaraçalışüniversiteyegirişbul başlıklı, pek fazla tercih yapmanız gerekmeyen, çizilip önümüze serilmiş yol başladı. Sizde olduğu gibi bende de içimdeki inek yaladı saçlı, dişlerini fırçalayan çocuk sorun çıkarmadan bu yolu aştı. Sonra her şey yavaş yavaş oturdu, toz bulutları çöktü, inek yaladı saçlı herbertin yanında oturmuş sırasını bekleyen cat burglar herbert vakit bu vakittir, benim sıram geldi deyip ayağa kalktı ki ne görsün. Elimdeki hayat, tukaka dediğim babamın hayatının hallicesi. Lazerlerin değil dosyaların arasından süzülüyorum, kredi kartı ekstrelerinin üstünden samırsolt yapıyorum.

İşte hepimizin bunalmış hali, bilmem kaçıncı raunda rusu yenip “Adriaaaaaaaaaaaaaaaaan” diye bağırmaya hazırlanmışken kendini hafta sonu alışveriş merkezinde gezerken bulan cat burgların daralımı. Herkesin cat burgları farklı tabi, belki TGM oraya sanat yönetmeni yazacak, Horatio çılgın bilim adamı, Melo da savaş muhabiri. Herkes kendine göre (fill in the blanks)

Meşhur 27 yaş bunalımı dedikleri bu herhalde. Büyük ihtimalle bu yüzden bizim kuşağın evlilikleri daha kısa sürüyor. Çünkü eşimizden sokakta Prenses Diana, mutfakta Emine Beder, yatakta Emanuella olmasını bekliyoruz. Orta yaş bunalımından önce 20lerin ikinci yarısı bunalımı. Hepimiz başka bir yerde arıyoruz çareyi. Ben de büyük ihtimalle o yüzden bu saatten sonra o kadar hazırlığa üşenmeyip kayağa veya dalışa gidiyorum, veya ışın kılıçları satın alıp arkadaşlarımla düello yapıyorum.

Bu yüzden anne babalarımız tam olarak anlayamıyor ne geçirdiğimizi, Luke Skywalker olmayı beklerken Bizimkilerdeki Erdal Özyağcılar olmanın verdiği şaşkınlığı. Ne yapılacak o zaman. Orta yol bulunacak, hayal kırıklığının tatlı ataletine teslim olunmayacak, hayallerdeki keskin uçlar kırılmadan pahlanacak, her boş fırsatta cat burglar’ın saçı okşanacak, müze soymasa da ilk fırsatta windsurf yaptırılacak.

29 Ocak 2008 Salı

Turbo Boost

Kara Şimşek geri dönüyormuş. Bir nesli, telli arabasıyla vrrrooom vrrroom sesi çıkartmaya alıştıran, babası lacivert station reno'nun önüne, çok moda olduğu üzere, o kayan kırmızı ışıktan taktırmıyor diye evde olay çıkarttıran, bir nevi kitsch abidesi geri dönüyor yani.


Michael Knight'ı kim oynayacak belli değil. Ama Kitt'i Arrested Development'dan Will Arnett seslendirecekmiş. İşte yayınlanan ilk teaser:



Buradan anlaşıldığı kadarıyla yeni kitt bir Ford Shelby GT500KR Mustang olacakmış.



Pek olmamış sanki. Pilot bölüm şubat ayında yayınlanıyormuş.

28 Ocak 2008 Pazartesi

Nerede yanlış yaptık?



Mezun olup güvenceli ve fiyakalı bir işe girdik. Hep çalışmayı ve yaşamayı istediğimiz şehre taşındık. Ayağımızı yerden kesecek bir otomobil aldık iyi-kötü. Hem iş çevresinden yeni arkadaşlar edindik, hem başka vesilelerle yeni insanlarla tanıştık. Üniversitedeki "kanka"larımızla bağımızı da koparmadık, İstanbul'da yaşayanlarla da diğer şehirlerdekilerle de olabildiğince görüştük. Sevgililerimiz oldu. Yıllar geçtikçe değiştik, daha önce arkadaş olmaya değer bulmadığımız insanlarla arkadaş olduk, çok sevdiğimiz kankalarımızla bozuştuk. Sevgililerimizden ayrıldık. İşimizi sorguladık. Aramızda işini değiştirenler de oldu. Bir düzen oturtalım ama işler rutine binmesin dedik. Ama olmadı, ne yaptıysak başaramadık, tek düze bir yaşamımız oldu. İş çıkışı kendimizi eve atıp, film seyrettik. Sıkıldığımızda evden çıkıp birbirinin aynı alışveriş merkezlerinden birine gittik. Spor yapıyoruz diye "sports club"ları doldurduk. Peki ama nerede yanlış yaptık?

pazartesisel keşke

Pazartesilerin tek tatsız yanı işe başlamak, erken kalkmak değil bence. Daha da fenası damakta hissedilen onulmaz ve kekremsi pişmanlık tadı. Ne yaparsanız yapın bir “keşke” kalıyor mutlaka.

Benim cumartesim sıkıcı, pazar günüm gayet güzeldi. Güzeldi derken “güzel”i biraz açıklamak lazım tabi. Sabahın 3,5unda uyandım mesela o güzel değildi. Kendimi yataktan jiletle kazıyıp kaldırdım o da güzel değildi. Sırtımda zibilyon tane yükle, bu kadar eşyayı bir kerede nasıl taşırım optimizasyonu da, pazar sabaha karşısı için pek piknik neşesi vermedi bana. Ama o kadar yükten bel kemiğim sinüs eğrisine dönmüş, taksi bekleyip Quassimodo ile aramdaki 7 farkı bulmaya çalışırken önümde duran bir diğer taksiyle gelişen şu muhabbet güzeldi:



Taksici: Abi Serdar Ortaç nerde çıkıyor?

Quassimodo: höö?

Taksici: Serdar Ortaç...

Quassimodo: Abi saat sabahın 4ü, adam evinde yatıyordur heralde

Taksinin camından kafasını uzatan müşteri: diskoryum mu diskorama mı öyle bi yermiş galiba

Quassimodo: haa sağa dön sola dön vs. orası işte

Taksinin camından kafasını uzatan müşteri: orda mı çıkıyo

Çantaların ağırlığını gittikçe içinde hisseden Quassimodo: valla biliyorum desem yalan olacak

Sol böğrüme duhul olmuş çantanın kulbunu çıkarayım da öyle şaşırayım şu muhabbete derken, benim taksi de geldi, fırsat kalmadı. Neyse buluşma noktasında yarım saat ayazda bekleyip civciv gibi birbirimize sokularak ısınmaya çalıştıktan sonra, 20 dakikadır yanımızda duran ve "yok bu o tur değil" diyen otobüsün şoförü, “ya sizin tur da bu otobüsle gidiyormuş şimdi fark ettim “ dedi, bu da pek güzel değildi inanolsun. Bir de otobüste dağıtılan paleontolojik çağdan kalma poğaçaların içinden fosil çıkar mı, çıksa da “bakın evrim var işte” diye bağırsak bizi recm ederler mi konulu sohbetimiz, otobüsteki 2 adet çocuğun (bakın çocuk diyorum, başka bir şey de diyebilirdim) beraber ve solo haykırışlarıyla kesildi tabi. Yine de güldük eğlendik.

Günün geri kalanı, hayvani tipiyi ve (çok af edersiniz) “kadın cinsel uzvunu ve kaidesini dağıttıracak cinsten” düşüşümü saymazsak gayet iyiydi. Artık vücudumun üstü sabit kalarak dönebiliyorum.

Bir de dönüş yolunda acayip tipi ve buzlanma yüzünden yolda kalıyorduk az kalsın. Bizden sonra yolan çıkan bir arkadaşın telefonuyla, bizden sonra yolda kamyon devrildiğini milletin mahsur kaldığını öğrendik. Kamyon devirmenin mecazi bir anlamı da yok muydu diye soracaktım ama arabadaki sübyanları düşünüp vaz geçtim.

Neyse efenim konuya gelirsek yine de pişmanım. Keşke evde yatsaydım da şimdi masa başında uyuklayıp, ikide bir hayvan gibi esneyerek karşımda oturan teyzeye dolgularımı göstermeseydim, ya da akşam eve döndüğümde film izlemeyip direkt yatsaydım keşke diyorum. Halbuki geçen haftasonu bir şey yapmamıştım pek, o zaman da haftasonunu heba ettik keşke bir yerlere gitseydim demiştim pazartesi.

Haftanın 5 günü kalan 2 günü düşünüp hayal kurunca, ne yaparsan yap tatminkar olmuyor herhalde. Haftasonu için yaşamak zor. Asla yetmiyor.


24 Ocak 2008 Perşembe

Australian Open 2008



Bayanlarda finalin adı belli oldu.
Maria Sharapova(5) vs. Ana Ivanovic(4)

O değil de ben S.Graf'ın at kuyruğunu, Sabatini'nin kendisini ve Fahri İkiler'in sesinden bu turnuvaları izlemeyi özledim..

22 Ocak 2008 Salı

Sayım

70 MİLYON 586 BİN 256..
sağ baştan say..
beni düş..

21 Ocak 2008 Pazartesi

get a grip





Nezle insanların iyileşinceye kadar bir toplama kampında barındırılması, böylece mikroplarını kontrolsüzce sağa sola saçmamaları taraftarıyım..

18 Ocak 2008 Cuma

get out

Seinfeld'in zannımca en komik sahnelerinden biri. Elaine sağdıç olduğu bir lezbiyen düğününe gitmek için metroya binmiştir. Metro aniden duraklar:



buyrun tam metin de burada:

“Oh, this is great. This is what i need, just what i need...
Ok, take it easy i'm sure it's nothing. Probably rats on the track, we're stopping for rats... God, it's so crowded. How can there be so many people? This guy really smells, doesn't anyone use deodorant in the city? What is so hard, you take the cap off, you roll it on... What's that? İ feel something rubbing against me. Disgusting animals, these people should be in a cage. We are in a cage. What if i miss the wedding? İ got the ring. What'll they do? You can't get married without the ring. Oh, i can't breath, i feel faint. Take it easy, it'll start moving soon. Think about the people on the concentration camps, what they went through. And hostages, what would you do if you were a hostage? Think about that! This is nothing! No, it's not nothing, it's something! İt's a nightmare! Help me! Move it!! Com'on move this fucking thing!! Why isn't it moving?!? What can go wrong with a train!?! İt's on tracks, there's no traffic! How can a train get stuck. Step on the gas!! What could it be? You'd think the conductor would explain it to us? 'İ'm sorry there's a delay we'll be moving in 5 minutes'!! İ wanna hear a voice. What's that on my leg?!!!”
(lights go out in the subway)
.
.
.
“why couldn't i take a cab. For 6 dollars my whole life could've changed. What is that on my leg?! İ'll never get out of here. What if i'm here for the rest of my life? Maybe i'll get out in 5 seconds..... 1 banana, 2 banana, 3 banana, 4 banana, 5 banana...no, i'm still here! Still here!! Why don't they start moving? Move! Move!! Move!!!”
(train moves.)
“it's moving! İt's moving! Yes! Yes!!”
(train stops and lights go out again)
“MOTHERFUCKER!!!”

julia-louis-dreyfus’u cebimde taşımak istiyorum..

Haftanın bilmecesi - Yorumlu

"Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması konusunda Sayın Başbakanımız seviyesinde değerlendirmeler belirtildikten sonra bu konuda herhangi bir hüviyeti olmayan bir değerlendirme yapmak bana düşmez."

Bu cümlenin neresini tutsam elimde kalıyor. Bence tarihe geçmesi gereken laflar etmiş sözün sahibi. Yorumlamasını daha rahat yapabilmek için önce cümleyi tartışma konusundan arındıralım:

"... konusunda Sayın Başbakanımız seviyesinde değerlendirmeler belirtildikten sonra bu konuda bir değerlendirme yapmak herhangi bir hüviyeti olmayan bana düşmez."

Çıkardığım anlamlar:

1-Bir konuda Sayın Başbakanımız ne dediyse doğru demiştir.
2-O konuştuktan sonra bizler susmalıyız.
3-Biz kimiz ki Sayın Başbakanımız görüş belirtince onu eleştiriyoruz?

Sözün sahibi öyle herhangi birisi de değil. Kafasında iki şapkası var. İkisi de hüümete lafını dinletebilecek, etkili kurumlar. Ama nasıl oluyorsa sonuç bu.

Konuyu tekrar sokalım "Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması".

Normal bir ülkede yaşıyor olsak ve bu taşınma mevzusu ilgili kişi ve kurumlara danışılarak bir karara varılsa bu sözün sahibi görüşü alınması gerekenler arasında en az ilk üçe girer.

Dedim ya, bu laf tarihe geçer.

16 Ocak 2008 Çarşamba

Haftanın Bilmecesi: Kim demiş?

"Merkez Bankası'nın İstanbul'a taşınması konusunda Sayın Başbakanımız seviyesinde değerlendirmeler belirtildikten sonra bu konuda bir değerlendirme yapmak herhangi bir hüviyeti olmayan bana düşmez."

15 Ocak 2008 Salı

Amerikan Bağımsız Filmleri



17-20 Ocak tarihleri arasında Ankapol Sineması'nda Amerikan bağımsız film gösterimleri varmış. Program burada. Soğuk Ankara akşamları için bir alternatif olabilir.Zaten bu şehirde yapacak başka ne var ki değil mi İstanbullu gençler?

14 Ocak 2008 Pazartesi

Martha (Bölüm 2)

Previously on Martha

Uçak burnunu henüz kaldırmıştı ki 32h "oh my god, oh my god" diye naralar atmaya başladı. Yerden bağlantı kesilmiş, uçak yükselmeye devam ediyordu. O sırada hafif bir sarsıntı oldu, 32h panikle Bay H'nin sol koluna yapıştı. "Oh, god! Bak gördün mü ellerim nasıl terledi?"

Uçak tekrar yatay konuma geçtiğinde 32h rahatladı, Bay H'nin kolunu bıraktı. Adı Martha idi, Polonya asıllıydı ancak 15 yıldır LA'de bir kuaför salonu işletiyordu. Varşova'ya ailesini ziyarete gidiyordu. Münih'ten sonra aktarma yapacaktı. Bay H de Münih'ten İstanbul'a uçacaktı.

Yolculuk devam ederken Martha, 3 sıra arkalarındaki uzun çember sakallı, siyah gömlek ve siyah pantolon giyen adamdan şüphelenmeye başladı. Adam okuduğu kitabı ara sıra yüzüne götürüp kapatıyordu. Martha'yı bir korku sardı.

-Sence bize bir şey yapar mı?
-Yok canım, sadece kitabını okuyor.
-Dua ediyor galiba.
-Boşver.
-Umarım terörist filan değildir.
-???

Uçakta yemek servisi başlamak üzereydi. Martha, Bay H'ye uçakta servis edilen yemeği sevip sevmediğini sordu. Bay H, uçak yemeklerini seviyor ve yiyordu. Martha, uçak yemeklerini hiç sevmediğinden yanında kendi yiyeceklerini getirmişti. Bay H'nin şaşkın bakışları arasında çantasından tek tek paketleri çıkardı: Dilim ekmek, hindi göğüs, peynir, domates ve kek. Bay H, Lufthansa'nın sunduğu makarnayı afiyetle yerken, Marta plastik bıçağıyla domates dilimlemeye çalışıyor, bir yandan da ortalığı kirletiyordu. Sonunda kendisine bir sandviç yaptı ve yedi. "O iğrenç şeyi yediğine inanamıyorum" dedi Martha. "Hislerimiz karşılıklı" diye içinden geçirdi Bay H.

To be continued...

Pazartesiler olmasa
















Bol karlı, bol güneşli, bol neşeli, bol eğlenceli bir haftasonuydu. Hatta o kadar ki pazartesi olmasına rağmen hala mutluyum





11 Ocak 2008 Cuma

Aklıma Takılanlar

#Proscrastination ne güzel bir kelime ve hayatımızın durumunu ne güzel özetliyor aslında.
#Dün Mehmet Yaşin'in Lezzet Durakları programını izledim CnnTurk'te. Programdaki kamera kullanımı ve görüntü yönetmenliğine hastayım. Bu hafta Ordu'daydı. Vonali Celal'in yerindeydi, yedi içti her zamanki gibi.
#Bu hafta keşfettiğimiz yeni yeme-içme mekanı Konyalı Hacı Baba. Ankara'da Cevizlidere Caddesi'nin üzerinde. 2 tanesi Kayseri'de, 2 tanesi Ankara'da toplam 4 tane de şubesi varmış.Bıçak arası pide enfesti.Üzerine de Hatay usulü künefe yedik.Hatay'a da gitmek lazım bir ara..Herbert bilir o tarafları.
#Geçen hafta yılın ikinci soğuk algınlığını geçirdikten sonra yeni kendime geldim.Antibiyotikler gribe iyi geldi ama mideyi mahvetti bu sefer de..Her taraftan patlakh veriyoruz.
#Yarın 15 senelik bir arkadaşımın doğumgünü. Hediye almak lazım ayıp olur her seferinde elde vodka ben geldim demek olmaz.
#Elimdeki Dvdleri kayıt altına almaya karar verdim. Excel dosyası açıp,save as dedim başladım yazmaya..Hepsi hepsi 40 tane çıktı..Ayıp be..
# "Aşk söyleyebildiklerin değil Numan abi, söyleyemediklerin.." Bıçak sırtının geçen pazartesi günkü bölümünde bu lafı etti Nejat İşler..doğru galiba.

Martha (Bölüm 1)

-Guten Tag
-Hello, 32k please
-Second coridor, down.
-Thank you
-Bitte schön

Bay H, 32h'nin boş olması umuduyla ilerliyordu. Lufthansa Havayollarının 453 sayılı seferiyle Los Angeles'tan Münih'e gidecek uçaktaydı. Uçak oldukça kalabalıktı. 32 numaralı sıraya geldiğinde 30-35 yaşlarında kabarık saçlı, hafif kilolu bir kadının 32h'ye yerleşmeye çalıştığını gördü. Kadından izin isteyerek hayal kırıklığı içinde yerine oturdu. Kapalı olan minik pencereyi açtı, LAX'e son bir kez baktı. O sırada kulağında şu sözler patladı: "Will you please shut the window, dear?" 32h idi konuşan. "Uçaktan korkuyorum, özellikle kalkıştan, o yüzden pencereyi kapalı tutabilirseniz sevinirim." "Peki", dedi Bay H, "sorun yok."

-Off ne kadar sıkışık bu koltuklar. Hiç boş yer de yok.
-Yaa, evet.
-Ben kalkıştan çok korkarım, ellerim terler, titrerim.
-Hımm.
-Off ne biçim bir uçak bu. Aslında business alacaktım ama çok pahalıydı.
-Evet, pahalı.
-Bir şey söyleyeceğim, kalkış sırasında heyecanla kolunu tutarsam şaşırma olur mu?

"La havle vela kuvvete" diye söylendi içinden Bay H, zaten tüm manyaklar onu bulurdu. 12 saat bu kadınla uç uçabilirsen. Neyse ki yanında film izlemek için bilgisayar, müzik dinlemek için mp3 çalar filan vardı.

"Cabin crew slides armed and cross-check!" Uçak hareketlenmeye başlamıştı. 32h yerleşmiş ve biraz sakinleşmişti. "Bir tane Xanax aldım da, istersen sana da verebilirim!" Bay H, koltuğuna yaslandı. "Cabin crew take-off position!" İşte kalkıyorlardı. Elveda Los Angeles.

9 Ocak 2008 Çarşamba

Naber adamım?

Bizim yöneticilerden kim Amerika'ya görüşmeye gitse bu rezaletle karşılaşıyoruz. Bush çok fena laubali davranıyor. Geçen Kasım'da delikanlı başbakanımız bile Bush'u alt edemedi. Bush sanki Pazar günü kilisede karşılaşmışlar gibi "nasılsın çok iyi gördüm yaaav" muhabetti yaptı. Heyetteki orgenerale dalga geçer gibi çok iyi ordunuz var dedi. Hele diğer milletvekiline neredeyse el ense çekti. En komiği de Bush olanca gevşekliğiyle bunları söylerken, başbakanın buruk bir gülümsemeyle çevirmene dönüp "ben de kendisini iyi gördüm, heheh" demesiydi. Oha be abi. Karşındakiler bir ülkenin üst düzey yöneticileri, bu kadar küçümsenmez ki. işte o rezalet görüntüler:
Peki hala Amerikada bulunan yeni cumhurbaşkanımızla durum ne oldu? Abdullah Gül'un bu konularda deneyimi olmalı. Ama Bush bu, yine yapacağını yapmış, arkadan dolanıp pandik atmış. Gül de şaşırmış, tokalaşsın mı otursun mu bilememiş.
Hayır şu resim olmasa olayı sadece AKP ve Bush'a bağlayıp kurtulacam.

7 Ocak 2008 Pazartesi

İmdat


Mekanik bulmacalara takmıştım bir süre. Bana ilk hediye edileni uçları kıvrılmış at nalı şeklinde iki metalin birbirinden ayrılmasıyla çözülüyordu. Bu tek yıldız zorluğunda olanı üzerine oturduğum organ vasıtasıyla 5-10 saniyede çözmüştüm. Sonra gittim zorluk seviyesi 2 yıldız olanlardan aldım. O da 3-5 değişik metal parçanın birleşmesinden oluşuyordu. Biraz zorladı ama 5 dakikayı geçmemiştir çözülmesi.
İşte bundan sonra şu solda gördüğünüz lanetle tanıştım: Hemi-spheres. O birbirine sırtını dönmüş iki yarım kürenin, yüzyüze bakmasını sağlamaya çalışıyorsunuz. Günlerce inceledim, mühendislik çalışmaları yaptım, başka ipleri benzer şekilde bağlayıp ayırmaya çalıştım ama olmadı, beceremedim.
Sonunda dün internete girip çözümüne baktım. O kadar zormuş ki, çözümüne bakarak bile çözemedim.(*)
Eğer siz de kafayı yemek istiyorsanız, kitapçılarda ve hediyelik eşyacılarda bol bol var bunlardan. Benim favorim Euraka marka olan. Fiyatları da 3-5 YTL.
(*)Sonra şanslı arkadaşımız Herbert tesadüfen çözdü.

6 Ocak 2008 Pazar

Neşeli Gençleriz Biz



Günlerdir aklımdaydı melodisi, sonunda kimin söylediğini de buldum..gugıl saolsun.

Bir pantalon bir gömlek
çibidibidipçibidibidipdip
İstediğimiz yere gideriz

3 Ocak 2008 Perşembe

google yolları taşlı

Çok sıkıntılı birkaç haftaydı, geçiyor neyse yavaş yavaş. Kafayı dağıtayım dedim ben de biraz. Google’dan çılgın aramalarla bizim bloga gelenlerle ilgili bir postla daha karşınızdayız. Seri oldular bunlar, çekim hataları gibi. Neyse fazla kelama gerek yok işte onlar:

- herkes neden ekmek atıyor? Hımm vallahi bilemedim. Güvercin vardır belki ortamda, yesin diye falan?
- akbank cumartesi açık mı? Pek sanmam, şubesine bağlı
- cagla kubat mayolu hali. Şahsen görmedim ama iyidir mutlaka
- sex meydanı. Ahahaha nasıl yani, iki yiğit çıktı meydane gibi bir şey mi bu? (adresi bulursan biz de alalım)
- burnum tıkalı beynime oksijen gitmiyor. Heheh tam yerine gelmişsin, aramıza hoş geldin. 5. yazarımızı bulduk!!
- Çiçekle konuşmak. Hımm pek sağlıklı değildir kuvvetle muhtemel, dışarı çık bir hava al insanlarla kaynaş. Sex meydanının adresini alınca sana da yollarız
- lavaş ekmek kaç kalori; hellim peynir kalori; yaş üzüm rakısı kalorisi. Bunlar 3 farklı arama. Horatio getiriyor bu kalori sayarları buraya.
- yılbaşında sex. J yıl sonundakinden pek farklı değildir zannımca. Ama bir de nasıl girersen öyle gider derler tabi (burda girmek derken yılı kastediyorum) ama bütün yıl da, ne bileyim, tükenir insan, cezerye tavsiye ediyorum sana kuzum
- evde el yapımı tef yapalım. Heheh sen bizdenmişsin, gel şöyle ortaya ohh 60 70 80 sabahlar olmasın..
- nisan da ne yapalım en güzel şeyler yapalım. Biz mani olmayalım, iyi bir şey çıkarsa haber ver
- liseli kızların soyunma odalarından görüntüler. Hehehehe en azından ne istediğini biliyorsun. Ne cinselliğe aç bi milletmişiz kardeşim, aile müessesesi burası.
- nasıl büyüler var. Ben vanilyalısını tercih ediyorum
- haftaya cumartesi antalyaya thy ile gidenlerin isimleri. Muhahahah bu kıskanç bir kadının başının altından çıkmadıysa nolayım. Bari bir tarih ver di mi, böyle afaki hackerlık yapılmaz ki pess
- bozkırın yerel sarkıcıları. Benim buyrun
- no videos found for 'arapca oyun oynayarak ders'. Normal tabi bulamaman. Biraz karışık bi kavram olmuş. Kaldı ki vidyosu. Hımmm
- erkek bitti derse.evet biliyordum geri döneceğini, biliyordum!! Senin cevabın burda.

Hadi dağılın artık herkes googleın başına, hadi canım.