9 Şubat 2007 Cuma

Haykırası Papatyalar

Artık bahardan kalma bile diyemeyeceğim bir haziran günü var dışarıda. Yani geleneksel ve ekipsel öğlen yürüyüşlerimiz için zemin müsait. Yarım saat sahilde deniz havası almış, bünyeyi güneşten gelen D vitaminiyle aşırı doz yapmış bir şekilde işyerimden içeri girdim. Tabi cuma öğleden sonrası olmasının da katkısıyla nasıl çalışılacak şimdi bunalımıyla yürürken ayağım takıldı ve kuğu gölüne girmiş balina zerafetimle epeyce tökezledim (melontheroad'ın staj zamanı uçuşunu hiçbir şekilde geçemem o ayrı). Benim için yeni bir durum değil bu doğuştan denge yeteneği kapalı modda olan (bisiklete bile binemiyorum bundan sebep) ve genelde çözülen ayakkabılarını bağlamaya üşenen ben, sık sık süzülürüm böyle. Ama dengeyi vermeyen alah kurtarma yeteneğini veriyor heralde, bir kaç tökezlemeyle kurtarırım. Tabi bu esnada ağızdan kaçan ve pek de ahlaka mugayır olmayan bazı söz öbekleri (çok afedersiniz "ananı.." gibi) olabiliyor. Bugün de pek farklı olmadı ve patlattım bir tane. Kaç kişi duydu bilmiyorum, yapacak birşey yok, söylenmiş öbeğin davası olmaz :)

İşte bu gibi durumlarda (dediğim gibi sık sık oluyor) aklıma hep haykırası papatyalar gelir. Neden bilinmez hastası olduğum bir filmdir Notting Hill. Hiç izlemediysem 50 kere izledim büyük ihtimalle. Aynı şekilde Komplo Teorisi'ni de çok severim. Neyse mevzuyu dağıtmayayım, Notting Hill'de Hugh Grant çitlere tırmanırken düşer ve şöyle bir dialog gelişir:

"Whoopsie daisies!!"
"What did you say?"
"Nothing."
"Yes, you did."
"No, I didnt."
"You said, Whoopsie daisies."
"No one says whoopsie daisies, do they? I mean unles theyre-"
"There is no unless. Cause no one has said whoopsie daisies for, what, fifty years? And even then, it was, um, it was just little girls with blonde ringlets."
"Exactly. Right. So here we go again... Oh! Whoa! Whoopsie daisies! Yeah, well, its a- its a disease, its a clinical thing. Im uh, taking pills and having injections. Im told it wont last long, so..."


Yabancıların "hay ben senin.." şeklindeki küfürlere bulduğu alternatiflereden biri yani. Darn (damn yerine) veya heck (hell yerine) dedikleri gibi. Mevzu bu değil mevzu bunun çevirisi. Genelde Atv sağolsun sık sık yayınlar bu filmi ve dublajında whoopsie daisies olur size haykırası papatyalar.


Dublajlı film izlememek gibi bir takıntım var. Beceremiyolar filmin içine ediyolar gibi kasıntılardan değil çünkü çevirinin tabiatı böyle. Ne kadar başarılı olursa olsun orijinalindeki bazı noktaları çeviriye taşımak imkansız.

Ama az da olsa bazı dublajlar var ki aslına tercih ediyorum. İşte haykırası papatyalar da onlardan. Çevireni tebrik ederim cidden cuk yerine oturmuş. Hatta öyleki artık filmi görünce direkt haykırası papatyalar geliyor aklıma.

Aynı şekilde aslından çok sevdiğim başka çeviriler:

Şirinler: orjinalindeki iğrenç tizlikteki sesleri bir kenara bırakırsak, sırf Türkçeye çevirirken ekledikleri muhteşem espiriler için izliyorum bunu. Mesela güçlü şirinin "hava çok sıcak, acayip terledim, keşke yanımızda terlik getirseydik" espirisi (yazarken bile gülüyorum) veya şirinlerin sabah sporu yaparken Sibel Can'dan bu devirde kimse sultan değil'i söylemesi gibi. Bir de Gargamel'in "azman efendi" deyişine hastayım.


Sponge bob square pants: aslına bakarsanız bunun orijinalini de çevirisini de çok seviyorum. Sponge bob a mı gülsem arada patlayan espirilere mi gülsem şaşırıp kalıyor insan. Özellikle patrick'i seslendiren insanın ellerinden muhabbetle öpmek isiyorum. Her sabah çıkarken kuzenimle söylediğimiz "haaaazırım haazırım" şarkısını bu çeviriye borçluyuz :)



Avatar the last air bender: avatarı başlı başına bir post yapmak niyetindeyim o yüzden detaya girmiyorum. Ama orjinalinde ang'i seslendiren tiz sesli mahlukata katlanamadığım için avatarda da dublajı tercih ediyorum. Cidden başarılı.

1 yorum:

Horatio dedi ki...

Başarılı dublajlara bir kaç örnek de benden.

Alf
Şu günlerde RetroMax'te yayınlanıyor, hem dublajlı hem orjinal sesiyle seyredilebiliyor. Ama ne şimdiki dublajı, ne de orjinal hali TRT'de yayınlanan Müşfik Kenter sesli Alf gibi değil. Müşfik Kenter'in sesi Alf'e Alf'ten daha çok yakışmış.

Çakmaştaşlar
Bütün karakter seslerinin muhteşem olduğundan bahsetmiyorum bile. Grup halinde MFÖ'nün mecburen'ini söylemeler, Bedrock kasabasının Taşyatağı diye çevrilmesi, Fred ve Vilma'nın kızları Çakıl, Barni'nin oğlu Bambam, daha nice Türkçe isimler, Türkçe şarkılar.

Galiba biraz da TRT'den kaynaklanıyordu bu güzellik, Türkçe kullanımına özen göstermek açısından.