29 Aralık 2008 Pazartesi

Anısına saygıyla...

On gün kadar önce blogumuz sessiz sedasız 2. yaşını doldurdu. Bu 2 yıl
içinde HDBY yaşayan bir varlık haline geldi, yaşantımıza tanıklık
etti, bize arkadaşlar kazandırdı, tecrübelerimize ortak oldu. Hepimiz
için yeri çok ayrı.

Blog, TGM ve eliza (formerly known as melontheroad) çok uzun süredir
yazmadığı için Herbert&Horatio Blog haline gelmişti. 4 kişi beraber kurduğumuz
HDBY'nin anılarda 4 kişilik blog olarak hatırlanması için ben artık
HDBY defterimi kapatıyorum. Sanırım Herbert beyefendi de aynı
fikirdedir.

Yeni ufuklara yelken açmanın vakti geldi de geçti bile.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Kara Kış Gelmeden Bir Kar Başladı Sılada Nazlı Yar Beni Boşladı

"lapa lapa kar yağsın" diyen insanlardan hoşlanmıyorum.
"dışarıda pıtır pıtır kar yağsın ki ben penceremin kenarında sıcak çikolatamı yudumlayıp kitabımı okurken usul usul seyredeyim" diyen insanlardan nefret ediyorum.
"kış mevsimini daha çok seviyorum, ne öyle yazın sıcağı" diyen insanların sırtlarında birer birer budaklı meşe sopası kırmak, kırk katır mı kırk satır mı karar veremeyip her ikisi de demek istiyorum.
"bence kar yağınca şehir beyaz bir örtüyle kaplanıyor, bütün günahlarından arınıp gelinlik giymiş gibi oluyor" diyenlerin bu yeryüzünden tamamen silinmelerini, sürüm sürüm sürünmelerini, bi araba sopa yemelerini istiyorum, eşşek sudan gelinceye kadar and beyond.
bunların hepsini bir yere toplasalar ve biz bunları kör bıçakla kuşbaşı doğramayı düşünüyoruz canlı canlı, ne dersin deseler durun derim. onlara kıyamadığımdan değil, asla! ama bu ceza onlara hafif kalır. onları hayvan gibi soğukta bir kar fırtınasının ortasında şehrin en kalabalık noktasına bırakır iş dönüşü evlerine dönmeye zorlarım. karda çamurda düşsünler kalksınlar ağızları burunları mosmor olsun ayazdan, ayakkabıları su çeksin parmak uçları donsun, dolmuş otobüs gelmesin trafik kilitlensin, yoldan geçen arabalar o vıcık çamur olmuş karı üstlerine sıçratıp yeni takım elbiselerinin içine mıçsın, yok kar daha o hale gelmediyse donmuş yolda kösele ayakkabıları kayıp çanağı kırayazsınlar, hasbelkader arabalarına ulaşabilirlerse camın kapının buz tuttuğunu görsünler, o soğukta titreye titreye buz kazısınlar, buzlu yollarda arabaları kaysın, hörül hörül dönüp sağa sola bindirsinler, bütün bunları aşıp evlerine vardıklarında da biri karşılarına geçip "kütür kütür yanan şöminemin yanından karı seyretmeye bayılıyorum, halbuki yaz öyle mi tshirt falan giymek zorunda kalıyor insan" desin. en uygun ceza bu olur bence.

20 Aralık 2008 Cumartesi

19 Aralık 2008 Cuma

zovirax


Uçucu dudakların biricik aşkı, baş düşmanı. Sevgiyle nefret arasındaki ince çizgide de uçuk çıkar mı abidin?

15 Aralık 2008 Pazartesi

Adres şeysi...

Uzun süre Amerika'da yaşayan Türklere birşeyler oluyor. Hayır efendim, aksanları filan değişmiyor, hayat algıları değişiyor. Bu haftasonu Amerikalı dostlarımı ağırladım (ehemm hep onlar beni ağırlayacak değil a...), abiye adres veriyorum, diyorum ki "Eminönü'ndeki Hamdi Restorana gel". Bana göre adres gayet net, ama hani noolur nolmaz diye "galata köprüsünü geçer geçmez karşıda" diye de tarif verdim. Bizim paşa beğenemiş, cadde adı ve numara olsa daha iyi olurmuş. Söyle taksiciye o getirir dedim, nitekim getirdi de.

Bu kardeşler alışmış, adresi illa 2546 N Clark St, Chicago, IL‎ filan diye istiyorlar. Havaalanından kaldıkları otele gitmek isterlerken de efendi gibi otel ismi söylememişler de Bayıldım Caddesi No.2 Maçka demişler. Taksici de bön bön bakmış suratlarına tabii. Desene efendi gibi Empire State Binasına gideceğim diye.

Altına imzamı atarım...

Mini Sözlük

Black Chador: Kara çarşaf
Pious Sister: Dindar bacı


No contest
Dec 11th 2008 | ISTANBUL
From The Economist print edition

The Turkish prime minister’s biggest asset is his opposition

FOR two decades, the leader of Turkey’s opposition Republican People’s Party (CHP) has cast himself as the sole politician who can defend Ataturk’s secular republic against creeping Islam. So the sight of Deniz Baykal recruiting a woman in a full black chador at a CHP gathering and saying, “We must show respect for people’s [choice of] dress,” has rocked the country’s secular establishment. “We will never get used to this,” quavered Necla Arat, a CHP deputy.

Mr Baykal has consistently opposed moves to let girls who wear the Islamic-style headscarf go to public universities. It was he who successfully asked the Constitutional Court to throw out a law passed by the ruling Justice and Development Party (AKP) to relax the headscarf ban. He also said Abdullah Gul was unfit to be president because his wife covers her head, and egged on the generals when they threatened a coup to stop Mr Gul. So why the change of heart?

Most believe that Mr Baykal’s new tolerance is linked to Turkey’s local elections next March. Since he took charge of the CHP in 1992, Mr Baykal, who is now 70, has not won a single election. His ideas are old, his officials are out of touch.

The lack of a credible secular opposition is widely seen as the biggest failing in Turkey’s democracy. Even some generals are said to want Mr Baykal out. The maze of party rules that he has devised has made Mr Baykal almost impossible to unseat, but discontent is brewing. Kemal Kilicdaroglu, a CHP deputy who has exposed corruption inside the AKP, is a rising star. If in March the CHP fails to improve on the 21% it took in the 2007 general election (against the AKP’s 47%), Mr Baykal’s days may yet be over.

This prospect seems to have galvanised him into embracing his pious sisters. But Mr Baykal’s last-minute manoeuvres are unlikely to sway voters. Their big worry now is not secularism but the economy. After much wobbling, the Turkish prime minister, Recep Tayyip Erdogan, has at last agreed to renew a standby agreement with the IMF that expired in May. The final touches will exclude the sort of pre-electoral spending spree that an increasingly truculent Mr Erdogan had hoped for. His erratic performance of recent months is beginning to take its toll. Yet so long as Mr Baykal remains his chief opponent, Mr Erdogan will have little to fear at home.

14 Aralık 2008 Pazar

4 Aralık 2008 Perşembe

No soup for you!

Geçtiğimiz hafta 3 büyük Amerikan otomobil üreticisinin patronları 25 milyar dolar yardım için Capitol Hill'e gitmişlerdi. Aldıkları hayır cevabı yetmediği gibi temsilcilerden birisi "ulan şerrefsizler, buraya para dilenmeye bile özel jetlerinizle geliyorsunuz, özel jeti bırakıp first class uçsanız ne olurdu?" diyerek bunları bir güzel azarlamıştı.

Bu 3 abi tıpkı çocuklar gibi, ayarı öyle almışlar ki şimdi "abi ayağınızın altını öpiyim, bak maaşımı yılda 1 dolara indiriyorum, özel jetlerin hepsini satıyorum, hatta bırak first class'ı Detroit'ten Washington'a da hibrid arabaynan geleceğim ekmek musaf çarpsın" demişler.

2007 maaşları 1-2 milyon dolar olan bu amcaların bonusları da aynı yıl 15-20 milyon dolar civarındaydı. Şimdi mi aklınızda geldi ulan köftehorlar diye sormak istedim.

2 Aralık 2008 Salı

30 Kasım 2008 Pazar

28 Kasım 2008 Cuma

Bir terslik yok mu?

Bu haber geçen hafta çıkmış, kaçırmışım. Sabahtan beri gülüyorum. Sevgili Başbakanımız demiş ki: "Ben YouTube'a giriyorum, siz de girin."
Haber aşağıda...


http://www.ntvmsnbc.com/news/466693.asp

Erdoğan: Ben YouTube’a giriyorum, siz de girin

Gazeteciler, CHP’ye başörtülülerin sokulmadığı yönündeki iddiasını YouTube’deki görüntülere dayandırdan Başbakan Erdoğan’a YouTube yasağını hatırlattı. Bunun üzerine ise Erdoğan, “Ben giriyorum, siz de girin” dedi.


Başbakan Erdoğan, CHP’ye çarşaflı üye katılmasıyla ilgili sorular üzerine “YouTube filan onlara bir girerseniz, oralarda aynı partinin bazı toplantılarında maalesef bırakın çarşaflıyı, başörtülülerin dahi oralara nasıl sokulmadığını, onlara karşı nasıl bir mücadele yürütüldüğünün belgeleri bizim elimizde var” diye konuştu.

Erdoğan, bir gazetecinin “YouTube’ye girilmiyor” sözlerine, “Ben giriyorum, siz de girin” karşılığını verdi.

27 Kasım 2008 Perşembe

Boşandığı eşi doğmamış kızının katiliyle evlendi

Başlık bir 3.sayfa haberine ait. ekşisözlük sayesinde haberdar oldum. Önce başlığı okuyarak ne olduğunu anlayamaya çalışın. Anlayamazsanız buyrun bu bağlantıya tıklayın.

rumble in the jungle

25 Kasım 2008 Salı

Nokya


Nokia E70 modeli ile Blackberry desteği verirken E71 ile Microsoft tarafına kaymıştı. Önceleri sadece ima ediyorlardı ama olan olmuş. Şimdi açık açık Blackberry'ye savaş açmışlar, bu haftaki The Economist'te "tired of paying Blackberry's high fees?" başlıklı bir reklam vermişler. Nasip, kısmet. Hayırlısı olsun.

Doğru orantı


Efenim Eylül ayında Las Vegas'ta işle alakalı temaslarımı sürdürken petrolün varil fiyatı 108 USD'ydi, ve amarikada benzinin galonu 3,8 USD ye alınabiliyordu. (Galon= 3,81 lt) yani litresi 1 dolardı. O zaman kur 1,3 YTL idi. Litre fiyatı 1,3 YTL. Bizdeki benzin fiyatı 3,17 YTL filandı.

Bugün petrolün varil fiyatı 55 dolar yani o zamanın neredeyse yarısı. Amarikada galonunu 1,9 USD'ye alabiliyorsunuz. Yani litresi yarım dolara geliyor. Kur 1,6 YTL. Litre fiyatı 80 kuruş. Bizdeki benzin fiyatı 2,9 YTL.

21 Kasım 2008 Cuma

lost & found

The Fray - You Found Me

19 Kasım 2008 Çarşamba

bu sabah işe gelirken..

http://video.kenblockracing.com/embed/small/204/9183/

On my shoulders


The Do On My Shoulders
Sabah Eksen'de dinledim, beğendim. Bi de konserleri olacakmış galiba Yeni Melek'te

18 Kasım 2008 Salı

İstatistikler

Ağustos 2008 itibariyle;

Toplam çalışan sayısı: 22 milyon 509 bin kişi.
Bunlardan kayıt dışı olanlar: 10 milyon 487 bin kişi.
Kayıt dışı oranı: 46,6%

İş arayıp da bulamayanlar: 2 milyon 439 bin kişi.
İş aramaktan vazgeçenler: 1 milyon 721 bin kişi.

İşsizlik oranı: %16,6

Nevizade sokağından 30 dakikada geçen kişi sayısı: 2 bin.

Hiçbir başarı cezasız kalmaz


Devrim Arabaları'nı kesinlikle izlemelisiniz. Yolunuz sinemaya düştüğünde bırakın Issız Adam'ı, Bond'u vesaireyi, önce Devrim'le tanışın. "Yapmışlar ama benzin koymayı unutmuşlar, nihohoaha" demeyin.

http://www.devrimarabalari.com/fragman.html

önüne bak asabımı bozma benim..

ya yaparsak..
Adamdı kıtamdı, elalemin sümüklü aşkına ağlayacağınıza buna ağlayın bence. Arabayı anlatıyoruz diye kandırıp nasıl muz cumhuriyeti olduk onu anlatmışlar. Bu ülkede araba yapılır mı bilemem ama uzun yıllar sonra bu ülkede güzel film yapılabileceğine ikna oldum. Şovenizm çamuruna batmadan, ne melodramın vıcıklığı ne belgeselin soğukluğu, dozunda anlatım, şahane oyuncular..

17 Kasım 2008 Pazartesi

Kamuoyuna duyurulur

Melontheroad pılını pırtını toplayıp annesinin evine gittiğinden beri blog erkek yurdu gibi oldu. Her yer kirli çorap, dibi tutmuş tencere dolu. Biz de daha fazla bekleyemedik (kusura bakma melon, naz da bi yere kadar) ve ekibe yeni bir bağyan dahil ettik: ElıZa. Kendisinden hello kittylerle, sevgi sözcükleriyle ilgili hanım hanımcık yazılar bekliyoruz. Yeni dörtlü bir foto çeştirene kadar sağ üstteki kalacak.

HDBY adına
Kaygılarımla

Herbert

15 Kasım 2008 Cumartesi

Issız Adam



Klişelerle bezenmiş bir film Issız Adam, ya da bana öyle geldi.Bir türlü filmin içine giremedim,karakterlere ısınamadım. Yapmacık durmuş, sanki biraz aceleye gelmiş. Filmde seçilen müzikler hoştu, özellikle finaldeki "Ayla Dikmen-Anlamazsın" şarkısı çok güzel gitmiş oraya. Oyunculuklar için çok bişey demiycem ama başroldeki kadın oyuncuyu da beğenmedim sanırım.

Bence Çağan Irmak ve seyircisi arasında özel bir iletişim var ve bu yüzden ne yapsa prim yapıyor, beğeniliyor ve ağlatıyor.Benim sorunum belki de bu iletişimi yakalayamamış olmamdan ve filmin melodramik havasının itici gelmesinden kaynaklanıyor.

Yine de Çağan Irmak hayranları sevecektir ona eminim.

12 Kasım 2008 Çarşamba

nerde teselli


Quantum of solace'ı (teselli miktarı) izledim. Ciğerimin bir köşesi ince ince kanıyor hala, sinirliyim.

Nolan'ın Batman için yaptığını ben de bonda yaparım demiş sanırım yönetmen. Ama batman son 2-3 filmle zaten moka batmıştı, daha kötüsünü yapmak imkansızdı.

Kötü adam bakkal hüsmen efendi kadar karizmatik ve egzantirik. Esas Bond kızı hamiyet teyzenin yaprak sarması yapmaktan hoşlanan kızına benziyor. Örgütün şeytani planı baraj yapmaktan ibaret (süleyman demirel'den esinlenilmiş olabilir). Gadgetlar yok, Q yok, martini yanlış, karşılıklı cinsel gerilimli laf sokuşturmalar yok. Hızlı aksiyon sahneleri var bütün filmde sadece. O kadar. Yani karakterin adını James Bond yerine Jason Bourne olarak değiştirsek gayet şahane olurmuş. Filmdeki tek iyi Daniel abimiz, adam Bond olarak doğmuş. Bir "ben senin ağzına.." bakışları. Pierce Brosnan iyiydi ama "dur smokinim kırışacak" tavırları sıkmıştı.

Casino royale'i beğenmiştim. Bondun özüne dönelim, nasıl başladığını görelim fikri iyiydi. Ama mokunu çıkarmadan öze dönelim reca ediyorum.

Not: ama kızın altın yerine petrole batırılması iyi bir detaydı.

Not2: Şarkısı filmden de kötü. 15 tane yaylı koyunca bond şarkısı olmuyor malesef. Amerikalılar seviyor diye her haltın içine hiphop sokmak zorunda mıyız.

10 Kasım 2008 Pazartesi

notes on a plaza

İşim gereği genelde zırt pırt yer değiştiriyorum, gerek şehir içi gerek şehir dışı. Ama zaman zaman plaza ortamlarında da alın teri dökmüyor değilim. İlk başlarda tuhaf gelse de artık alıştım. Fakat plaza da çalışacaklara bir kaç not yazmadan da geçemedim. İşte bana noluyo dedirtenler:

  • Su pınarı: Ben iş yerinde alışığım çaylar gelsin kahveler gitsin. Mevsimine göre koruk suyu içer miyim, göbek karpuzu yer miyim sorulsun. Ama en kötü şey gördüğün günden düşmek, plaza da öyle bir şey yok. Muhtar emminin oğlu da olsan kalkıp alıyorsun çayını. İlk başladığımda, umursamaz halasına emanet edilmiş şımarık çocuk gibi ilgi bekleyen yanlarım kaşındı biraz. Sonra başçavuşun eşşeği edalarımla kalkıp su, çay, kahve ve bilumum sıvıyı nerden edinebileceğimi sordum, büyük ihtimalle plazada filizlenip dal vermiş teyzeye. Sanki iki kere iki kaç eder diye sormuşumcasına şaşırdı. Pek severim böyle tipleri, kendi biliyor diye herkes bilmeli triptörleri. Bir de annesi tarafından limoncello bardağına doğurulmuş garson vardı, melo hatırlar. Neyse efenim teyze "su pınarı köşeyi dönünce" dedi bana. "Su pınarı" deyince ben ceylanların maralların koşuştuğu, ufak bir çağlayanın şakırdadığı bir cennet bahçesi hayal ederek döndüm tabi köşeyi. 19 litrelik damacanayla karşılaşınca yaşadığım hayal kırıklığını varın siz tahayyül edin. Bu kıssadan çıkaracağımız hisse: plazada su içeceseniz su pınarını sorun veya fısıl fısıl konuşan kadınları takip edin.
  • kart: Benim yine eski alışkanlığım, paşababamın konağına girermişcesine dalarım işyerine. Plazada öyle bir şey yok. Kapıda detaylı manyetik arama, çanta tarama ve rektal tuşeyi atlatmak yetmiyor. Bir de kartı gösterip turnikeden geçmek lazım. Orda da bitmedi, gideceğin yere gidince yine kartla kapıyı açmak lazım. Bitti mi, tabi ki hayır. Her tuvalete veya su pınarına çağıldamaya gittiğinde de kart yanında olacak ki döndüğünde kapıyı açasın. Yoksa "amma çişliymiş bu da" bakışları arasında kapı tıklatıp sad sam gözlerini kullanmak lazım. Yemek yerken de yanında olsun sonra bi ton dert. Bu insanlar alışmış, kolu bacağı gibi mütemmim cüz olmuş o kart. Ama benim alışmamış belimde kart durmuyor, zırt pırt unutuyorum mereti. Alnıma zımbalayıp kurtulsam mı.
  • Hava: Efenim ısı tasarrufu sağlamak için plazalarda genel olarak aynı hava sirküle ettirilir, azar da dışardan gelen hava eklenirmiş. Ama çalışanlar bunu bilmezcesine hörül hörül tüketiyor o oksijeni. Birazdan ben yutucam o üflediği kabondioksiti ama beyzadenin umrunda değil, sanırsın yayladayız. Bir içine çekmeler bir üflemeler felan. Bu insanlar yıllardır burada çalışmaktan evrilmiş artık oksijene ihtiyaç duymuyorlar zaten. O teyzenin de damacanaya bakınca su pınarı görmesini beynine giden oksijen noksanlığına bağlıyorum. Ama dışardan gelen benim gibi körpe ciğerler zorlanıyor tabi. İlk gün şarıl şarıl akmıştı gözcağızlarım da, millet çok içli çalışmama vermişti durumu. Sonrasında bir başağrısı bir depresyon, gidiyoruz dedim. Fazla sürmez ben de yakında oksijensizlikten beyin mıncıklaması geçiririm.
  • Asansör: Boş olsa bir dert dolu olsa bir dert. Herkesin girmek veya çıkmak emelinde olduğu saatlerde bir kavimler göçüne tanık oluyor asansörler. Sıcak denizlere açılmaya çalışan ruslar gibi, plaza çalışanlarımız da oksijenli sokaklara yayılmak peşinde. Bu sırada asansör kuyruğu beklemeler. Kıç kadar asansöre bin kişi binmeler. O kalabalıkta elalemin elinin ayağının olmadık yerlerinize samimiyet kurması. Acaba elledi mi, yok ya çarpmıştır hezeyanları. Boş olunca da zembereğinden fırlamış asansör otuz küsürüncü kata bir atıyor kendini, 4g yiyen kulak zarı korkudan östakinin içine kaçıyor.
  • Email: Yaptığım hırlamalar sonucu artık çok güzel değilse fwd mail gelmiyor pek. Ama plazasal ortamlarda temel iletişim yolu email. Sanırım az olan oksijeni konuşarak tüketmemek için, başımız ağrısa grup mailiyle duyuruyoruz söylemek yerine. En son tam karşımda oturan ve bana sürekli "bana mı bakıyor ekranına mı bakıyor" devinimleri yaşatan adam da derdini maille anlatınca çatlayıp sordum. Tükürsen sakalıma deyecek üşenmedin mi o kadar tuşa basmaya dedim. Başkasına da cc yapacakmış. Hay ben senin klavyeni cc.
  • Kıyafet: Bu şikayet etmediğim hususlardan biri. O kadar kadın bir arada olunca rekabet de tavan yapıyor. Böyleyken asansör kuyrukları oluyor sana bir oskar kırmızı halısı ve hatta viktoryas sikrit feşın şov. Yırtmaçlar, file çoraplar havada uçuşuyor. Hepinizin maaşı belli ablacığım nerden hergün ayrı kıyafet alıyorsunuz pes doğrusu.
Şimdilik bu kadar, az da olsa plaza cangılında hayatta kalmaya hazırsınız padawanlar.

supernatural

seviyorum bu şarkıyı da bu diziyi de dean'in espirilerini de


SPN
Yükleyen Anthony258


ayrıca:

7 Kasım 2008 Cuma

İstanbul'un Olgunlar Sokağı neresi?

Herb'in anahtar yazısına istinaden;

Ankara'da mutlu mesut bir öğrenciyken korsan ders ve test kitapları aldığımız Olgunlar Sokak vardı.

İstanbul'da var mı öyle bir yer?

6 Kasım 2008 Perşembe

Mayışlar yattı mı abey?

Bir alışveriş merkezinin içki ve tütün dükkanındaki abi kemer askısına takılı plaza giriş kartımı görünce "tabii buradaki şarapları sizin gibi maaşlı insanlar pek satın almıyor, genelde firma sahiplerine filan satış yapıyoruz, gelip 3.000 YTL'ye şarap alan var, bu belki senin 2-3 maaşın kadar" diyeli 3 gün olmuş.

Kara Şövalye


DHA

BATMAN Belediye Başkanı DTP'li Hüseyin Kalkan, dünya gişe rekorları kıran 'Batman' filminin yönetmeni Christopher Nolan'a, Batman şehrinin adını izinsiz kullandıkları gerekçesiyle dava açmaya hazırlanıyor. Kalkan, "Davayı önümüzdeki süreçte filmin çekildiği ABD'de açmayı planlıyoruz" dedi.

ABD'li yönetmen Christopher Nolan'ın yaptığı 'Batman' filminin adının Batman şehrine ait olduğunu ve isim hakkının da kendilerinin olduğunu savunan Başkan Kalkan, konuyla ilgili hukukçuların çalışmalarını sürdürdüğünü belirtti. Kalkan, şunları söyledi:

"3 yıl önce Yılmaz Güney Sinema Salonu'nu açarken, dünyada gişe rekoru kıran Batman filmiyle açmayı planlıyorduk. Fakat sinemanın adı Yılmaz Güney olduğundan usta oyuncunun filmiyle sinemamız açıldı. Dünyada bir tek Batman var. ABD'li film yapımcıları ilimizin adını bizden habersiz filmlerine yansıtmışlar. Batman'ın adını kullananlardan davacıyız. Bu davayı gerekirse de ABD'de de açacağız."

5 Kasım 2008 Çarşamba

Hüseyin


04 Kasım 2008 > David Palmer başkan seçildi ve Morrisey'in "america is not the world" şarkısının sözleri yalanlandı.

In America, The land of the free, they said,
And of opportunity, In a just and a truthful way.

But where the president, is never black, female or gay,
and until that day,
you've got nothing to say to me, to help me believe.

4 Kasım 2008 Salı

itinayla anahtar çoğaltılır


Horatio ile çatır çatır anahtar kaybediyoruz. Bir o bir ben. Her seferinde 3er yedek yaptırıyorum ama bir bakıyorsun ki uçmuş. Hatta bir keresinde, cebimde duran anahtar azcık ayağım tökezleyince cebimden hoplayıp caddenin ortasında duran logarın ızgarasından slam dunk yapmıştı da bir 5 dakika olayı sindirebilmek için kalakalmıştık.

Lafı asıl getirmek istediğim yer şurası aslında, insanın büyüdüğü şehirde yaşamıyor olmasının bazı zorlukları var. Böyle işler için nereye gideceğini şaşırıyor insan. Alişveriş merkezleri var tabi ama, orada "kapıdan giren eleman kesin elmas bezeli rolex satın alacak" hevesiyle bekleyen beyaz ve hijyenik saat satıcısı, saat pili değiştiriyo musunuz deyince sümüğe bakar gibi bakıyor insana. Nerde küçük esnafın muhabbeti.

Ankara'da olsa şıp diye bulurum. Nerden ne alınacak, ayakkabı tamircisi nerde, çantanın kulbu nerde düzeltilir, gözlük vidası nerde sıktırılır. İstanbul'a ilk taşındığımda sudan çıkmış balık gibiydim bu konuda. İşim gereği çoğu İstanbullu'dan daha çok öğrendim şehri ama musluk keteni nerden alınır bilmiyordum tabi.

Ama sonra Mecidiyeköy'ü keşfettim. Madmax seti olarak kullanılabilecek, evrenin her yerine tek vasıtayla gidilebilecek kaosun başkenti gibi geldi önce tırstım. Sonra asıl Mecidiyeköy'ün arkadaki çarşı kısmı olduğunu gördüm. Orada saatçi bir amca var mesela, 70lerden kalma saatime pil taktırmaya götürdüğümde, pille çalışmıyo bu salak diye azarlayıp hiç üşenmeden mekanizmayı anlattı bana. Ayakkabıcı var şıp diye çantamı tamir etti, sonra da niye aldın ki bunu küçük bu çanta dedi. Abonelik sistemine geçtiğimiz anahtarcıdan bahsetmiyorum. Ne arıyorsanız Mecidiyeköy'de 2 adım yürüyün yeter. Sicim teorisiyle ilgilenen bir esnaf bile arasan bulunur bence. O çiğ köftecinin yanındaki dükkan olabilir mesela.

30 Ekim 2008 Perşembe

dolapta pekmez


Artık google'dan şunu arayıp da buraya geldiler postlarından yazmama kararı almıştım. Her lastiğin bi katsayısı var, bu da sonuna geldi sanki. Ama toplumumuzun şu kanayan yarasını google aramaları arasında görünce bir sanita bant yapıştırmadan geçemedim:

"yaladım hamilemiyim"

Değilsin kardeşim, canının istediği gibi takıl, hayat kısa.

29 Ekim 2008 Çarşamba

Kotuluklerin anasi

Disardan feci gorunuyor olmaliyim, Starbucks'tayim, onumde bilgisayar, kulagimda kulakliklar ve orta boy buzlu latte. Cok ozenti. Bu dukkanin amerika'daki orneklerini dusunuyorum, ogrenciler ders calisiyor, bilgisayarda odev yapiyor vs. Genelde ortam sessiz. Bizdeki tam bir kahvehane, okey taslari ve iskambil kagitlari eksik. Sanirim 1 milyon kahveci daha acilsa bile bu boyle devam edecek, sessiz sakin 1-2 ytl'ye sutlu kahve alip saatlerce oturabilecegin bir Starbucks olmayacak. Hayat beni neden yoruyosun? Herife orta boy buzlu sutlu kahve istiyorum dedim, yani tall ice latte mi istiyorsunuz dedi. Shut your f**king mouth didim ben de.

Bundan 6-7 sene once, bizim yazliga universiteden bir arkadasimi cagirmistim. Tipik yazlik aktiviteleri, denize havuza giriyoruz, yazligin kafesinde bilardo filan oynuyoruz, aksam sinirli sayidaki bar/kulup benzeri mekana gidiyoruz filan. Hava inanilmaz sicak ve nemli.Bir aksam bizimkiler ertesi gun geri donmek uzere eve gitmeye karar verdiler. Annem bize kolum kadar 2 tane cupra kizartti, bir kase salata yapti ve gittiler. Dolaptaki buyuk rakiyi actik. 2 saat icinde cupralari salata ve raki esliginde yedik ve sarhos vaziyette sahile indik. Sezlonglara yatip dalga seslerini dinleyip muhabbet ederek 2ser bira ictik. Saat gece yarisini gecmisti. Sonra duvar dibinde gozleme yapan yoruk teyzelerden gozleme aldik. Eve donup sizdik. Ertesi sabah arkadasimin bogurme sesleriyle uyandim, kosarak diger tuvalete gittim. Geri dondugumde midemi neredeyse tamamen bosaltmistim. Saate baktim, 3e geliyordu. Tekrar sizmisim. Kapi tikirtisiyla uyandim, bizimkiler donmustu. Bizi perisan halde yatar gorunce annem endiselendi. Babam sakince buzdolabina bakti, rakinin bittigini gorunce hafifce gulumsedi, annemi sakinlestirdi.

Aksam 9 civari biraz kendimize gelip havuza biraktik vucudumuzu. Ayildigimizi o zaman hissettik. 24 saat kadar sarhos kalmistik ve bundan cok pismandik. O zaman bir daha bu kadar cok icmeyecegimize dair kendimize soz verdik.

Dune kadar bu soze sadik kalmistim. En cilgin arkadas eglencelerinde bile. Dun ne oldu bilmiyorum. 5-6 duble raki sonrasinda da cila niyetine sayisini hatirlayamadigim red bull votka.

Saat aksam 6, kendime yeni geliyorum.

Bir daha bu kadar cok icmeyecegim. Umarim.

28 Ekim 2008 Salı

Bilişim Sivil Toplum Kuruluşları Basın Bildirgesi

Türkiye İnterneti Yasaklama Ayıbından Kurtulmalıdır !

Youtube 6 aya yakındır yasaklı. Myspace, Dailymotion, Dawkins, ve
nihayet Blogger yasaklandı. Wordpress ve Alibaba'yı yasaklamaktan
çekinmedik. Son bir yılda 5651, kişilik hakları ve fikri ve sinaihaklar
nedeniyle bini aşkın webi yasakladık. Türkiye dünya internetine kendi
kurallarını empoze etmeye çalışıyor ve bunu sadece yasaklarla yapmaya
çalışıyor. Yapılanlar, Anayasaya aykırı, Hukukun temel ilkelerine ters,
bu iş için çıkartılan 5651'ın 9. maddesini ihlal ediyor. Yasaklamalar,
savunma almadan, tebliğ edilmeden, tedbir olarak alınmasına rağmen, bir
ceza olarak uygulanıyor. Yasaklar, suçluyu değil, sıradan Türk
yurttaşını, ve internet üzerinden iş yapmak isteyen, görüşlerini
paylaşan, Türkiye'yi dünyaya tanıtmak isteyen girişimci, öncü
yurttaşlarımıza zarar veriyor; yasaklar pire için yorgan yakarak
adaletsizlik yaratıyor. Kanımızca, mahkemelerimiz ve diğer ilgililer
kolaycı bir yaklaşımla herşeyi yasaklayarak, haksızlığa sebeb olarak suç
işliyorlar; tazminat davalarına muhatab olacaklardır. Yasaklar,
Türkiye'nin AB, Demokrasi ve Bilgi Toplumu projeleriyle uyuşmuyor.


Ülkemizin yasakçı bakış açısından vazgeçip, tüm dünya ile birlikte
yönetişim ilkeleri ışığında internetdeki "zararlı" içerik ve bilişim
suçları ile mücadele etmelidir. Bu mücadele tek başına kamu otoritesi ve
mahkemelerle yapılacak bir mücadele değildir. Yasaklamalar, bilenlerce
kolayca delinmekte, gittikce artan bir oranda, yurttaşların bu
yasakların aşılması bilgisi yayılmaktadır.

Sivil toplum örgütleri bu sürecin bir parçası olarak çalışmaya hazırdır.

Yeter ki makulde uzlaşmak istensin ve diyalog kurulsun. Örneğin, çocuk
pornosu, ihtihara teşvik konularındaki yasaklamaların, uzman görüşü
ışığında mahkemelerce yapılmasına hiç bir itirazımız yok. "İkaz
et/Kaldırt" yönteminin uygulanması istiyor, ve bu sürecin parçası olmak
istiyoruz.


Kısa vadede ülkemize büyük zarar veren bu trajedinin önlenmesi için acil
tedbir alınmalıdır. En başta, Ankara ve İstanbul'da 2 uzmanlaşan mahkeme
geçici bir süre için İnternet yasaklarına bakmalıdır. Adalet Bakanlığı,
Barolar Birliği, Yüksek Hakimler Kurulu bu konuda Sivil Toplum
Kuruluşlarıyla işbirliği ile böyle bir yapılanmayı sağlamalıdır.
Telekomunikasyon Kurumu, katalog suçları dışındaki

yasaklamalarda da, resen yetkilerini artırmadan, mahkeme kararlarının
uygulanmasında aracı olmalı; 5651/9'un uygulanmasında üzerine düşen
sorumluluğu almalıdır. Ama, TK resen karar verme yetkisini acil haller
dışında kullanmamalı, ilgili mahkemeden karar almalıdır. 5651'in
yönetmelikleri gözden geçirilip, hem katalog dışı yasaklamalar, ve yurt
içi/ yurt dışı konusu; hemde "yasaklı nesnenin kaldırılması" konusunu
berraklaştırmalıdır. Youtube yasağı açmazını çözmenin tek yolu budur.


Yasakların ancak son çare olarak, bütün yollar bittikten sonra
uygulaması benimsenmeli; o halde bile nesne temelli engelleme
yapılmalıdır. TK bunun mali sorumluluğunu almalıdır. Nesne temelli
engellemenin yapılması Bilişim Kurultayı ve İnternet Konferansı gibi
açık ortamlarda ilgili taraflar ve uzmanlarca tartışılmalıdır.


Uzun vadede 5651'i kaldırıp, Siber Suçlar sözleşmesine uygun, Adalet
Bakanlığı Komisyonunca hazırlanan ve askıya alınan taslakla başlayarak
yeni bir düzenlemeye gitmeliyiz. Sektörle ortak yapılar
(self-regulation/co-
regulation) kurmalıyız.


Türkiye internetin marjinal problemlerine cok fazla enerji harcıyor.
Asıl, İnterneti demokrasimizi geliştirmek, toplumsal kalkınmaya katkı
vermek ve bilgi toplumu yönünde nasıl kullanırız konularına kafa
yormamız gerekir.


İnternet Yaşamdır !

27 Ekim 2008 Pazartesi

Vileda sapi almak...

sevgili gunluk,
bugun herbertlen temizlikcinin istedigi vileda sapini almaya karfura gittik. meger ne buyuk cileymis vileda sapi almak.
bi daa gitsin kendi alsin.
syg.
h.

BU KADAR OZGURLUK BIZE FAZLA

GOOGLE DA YASAKLANSIN

24 Ekim 2008 Cuma

güzel ve yalnız ülkemde blogger yasaklandı


Münferit bir olaydır büyük ihtimalle. Bize bir kaç gömlek büyük geliyordu zaten yazmak yorum yapmak. İyi oldu iyi. Batının ahlaksızlığından da korunmuş olduk. Ohh çifte kavrulmuş.

23 Ekim 2008 Perşembe

Home sweet home

  • IKEA'dan aldığımız çerçeveleri salonun ortasına gazete sererek boyayabiliyoruz.
  • Yemek masasına binbir alet edavatla doldurup yine de yemek yemek için kullanabiliyoruz.
  • Muzır neşriyatı ortada bırakabiliyoruz (temizlikçi görecek olsa bile...)
  • Bize göre hayranlık uyandıracak işler yapan temizlikçimizi annelerimiz beğenmiyor.
  • Hiçbir şey kaybolmuyor, her şey bıraktığımız yerde duruyor (evet salonda günlerdir duran yarısı içilmiş çorbadan bahsediyorum.)
  • Plazma teveyi 1m uzaklıktan seyredebiliyoruz.
  • 1 ay önce ertesi gün asarız diye aldığımız boyasız çerçeveleri hem boyamıyoruz hem de asmıyoruz.
  • 2 kişi yaşamasına rağmen girişin neden Sultanahmet Camisi önündeki kadar ayakkabı ile dolduğunu anlayamıyoruz.
  • Bazı giysiler yıkama-kuruma-giyme-yıkama döngüsünden çıkmıyor, gardrop ile hiç tanışamıyor.
  • Her köşeden bir usb kablo, kulaklık, laptop adaptörü, şarj cihazı peydahlanıyor.
  • Temizlikçi "vileda sapı alın şerrefsizler" diye not bırakıyor.
  • Kapıcıya kapıyı açmayacak kadar ayıyız.

22 Ekim 2008 Çarşamba

A six-pack of Joes

Dün sorduğum soru üzerine detaylı bir cevap gönderen Hafiyaanım'a teşekkürlerimi sunuyorum. Yakarışımı duyan BBC News de bugün eğlenceli bir rehber hazırlamış. Buyrun okuyun efenim:


A six-pack of Joes

The next president of the United States will not be called Joe, but Joes of various kinds have been all over the news from the campaign trail.

Democratic vice-presidential candidate Joe Biden has been joined by Joe the plumber, Joe Six-Pack and others.

So here is a guide to six Joes in the news:(devamı aşağıdaki bağlantıda)

Story from BBC NEWS:
http://news.bbc.co.uk/go/pr/fr/-/2/hi/americas/us_elections_2008/7679987.stm

Published: 2008/10/21 08:24:56 GMT

© BBC MMVIII

21 Ekim 2008 Salı

Hockey Mom, Joe Six-pack

Anlaşılan o ki, blog takipçilerimiz arasında uzun yıllar "states"te yaşamış, amerikancayı sular seller gibi bilen arkadaşlarımız var. Şu günlerde dikkatimi çeken 2 tanımlamayı kendilerine sormak isterim. Hockey Mom ve Joe Six-pack kimdir, neden bu kadar önemlidir?
Saygılarımla,
Ho.

20 Ekim 2008 Pazartesi

Özür

Sevgili Melo,
Bilirsin seni çok severim.
Seni ve Mr.TGM'yi blog üyeliğinden çıkartmak tekrar yazmanızı sağlamak için bulduğum kışkırtıcı bir yöntemdi. Bu kadar alınacağını tahmin etseydim yapmazdım. Özürlerimi kabul et.
Keşke 93 yazını silmeseydin.
Bir an önce geri dönmen dileğiyle,
Sevgiler.
H.

16 Ekim 2008 Perşembe

Veda

Dün akşam eve geldim, bloga bir yazı yazmak için bilgisayarı açtım. Bir baktım horatio bizi gene uzun süredir yazmadık diye afişe etmiş, totally strangers diyerek, güldüm, neyse şimdi yazıyı yazınca keyfi yerine gelir diye düşündüm.
Ama hesabıma bir girdim, blogun yerinde yeller esiyor. İlk başta bir yanlışlık var sandım, ama bu yanlış anlama kısa sürdü. Beni blogdan silmişti. 2006 sonlarına doğru beraberce karar verip başladığımız blogdan hiçbir şey söylemeden sormadan çıkarmıştı beni.
O an, bir daha bloga bir şeyler yazmanın içimden gelmeyeceğini anladım.
Horatio'dan beni tekrar davet etmesini rica ettim. Bu akşam eve gelince de, yazdığım 93 postun hepsini tek tek okuyup sildim.
Sadece her şey usturubuyla yapılmalı diye düşündüğüm için bu yazıyı yazdım, beni okuyanlara neden artık bu blogda olmadığımı söylemek istedim.

14 Ekim 2008 Salı

Güdük Necmi Plazada

İlk ve orta öğretimde "cool çocuklar arka sıraya oturur" meselesi nasıl iliğimize kemiğimize işlendiyse artık öldümallah terketmiyor vatandaşın bünyesini.

Bugün plaza ortamında bir eğitime katıldım. Kadının kahve iddiasıyla itelediği seyreltilmiş ziftimi bir köşede höpürdetirken teker teker dökülen sınıf arkadaşlarımı dikizledim. Yaşı kemale ermiş, 8 taksitle alınmış Faprika takım elbisesi tiril tiril, hatta yavaştan şakaklara karlar yağmakta olan plaza insanları, 13 yaşında ortaokul öğrencisi güdümü ve çevikliğiyle arka sıraya inci gibi dizildiler. Gelenlerin bir kısmı en arkada yer kalmamış olmasının üzüntüsüyle derbeder, bir ön sıraya yerleştiler. Daha bir girişken olanları ön sıradaki sandaliyeleri arkaya çektiler, ama sınırlı kaynak prensibi gereği o da bitti bir yerden sonra. Ders gemide olsa o yöne doğru batacak haldeyiz. Özellikle en son gelip en ön sıraya oturmak zorunda kalanların (LIFO gibi oldu) yüzlerinde o kurbanlık koyun tedirginliği muhteşemdi. Sanırsın akşam maç yaptığı için ödevi sallamış da hoca sözlüye kaldıracak korkusunda.

Artık ne seviyeye gelmişsin, bırakalım bu hababam sınıfı akıllarını. Yani eğer birbirimize mahalle gastecisinden ödümüz kazuratımıza karışarak aldığımız soft porno dergileri göstermeyecek, veya yanık olduğumuz kızın hatıra defterini akrostijlerle bezemeyeceksek arka sırada oturmanın bir anlamı yok. Ama öyle bir kodlanmışız ki güvercin gibi, hiç tanımadığımız bir yere bıraksalar gözümüz kapalı buluruz o arka sırayı. Lütfen kendimize gelelim, kalıpları kıralım, zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok!!!

Niye taktıysam buna bu kadar.

Horatio'nun 10 lirası vardı...

dünden arttırdığı 1 lira ile birlikte Kordon'da 2 bira içti, rahatladı, kendine geldi.

13 Ekim 2008 Pazartesi

Horatio'nun 10 lirasi vardi...

4,75 lirasina Hacioglu'ndan 2 lahmacun yedi, ayran icti (1,5 lira lahmacun, 1,75 ayran)
1,90 lirasina 4 tane 0,5lt su,
1 lirasina 2 tane Eti Popkek,
1 lirasina First naneli sakiz,
35 kurusuna Vatan gazetesi aldi.

1 lirasi cebine kaldi.

10 Ekim 2008 Cuma

un

yaklaşık 8-9 farklı milletten 60 kadar kişinin bulunduğu göbek atmalı yemekten sonraki izlenimler:

  • hintliler ve japonlar alkol masasında acil durumda kullanılmak üzere mutlaka bulundurulmalılar. bu kadar neşeli olur insan. hintlilerin içinde var zaten kapı gıcırtısına oynayan millet. bollywood filmleri tamamen gerçeği yansıtıyorlarmış, durup dururken şarkılar oynak danslar. japonlara da içkiyi damlalıkla vermek yeter, alkol eşiği düşük adamların sonra seyreyle cümbüşü.
  • alkol masasında iskandinavlardan kaçarak uzaklaşmak lazımmış, insan bir kılını kıpırdatmaz mı arkadaşım taş olsa o göbek yine de atılır.
hadi hadi hadiiiiiiii

9 Ekim 2008 Perşembe

İade garantisi!

bir heyecan şelalesi



yeni bond kızı olmamış sanki pek. uzaktan kaba etimi andırıyor.

7 Ekim 2008 Salı

O diil de bi Mr.TGM vardi, nooldu ona?

Horatio'nun 10 lirasi vardi...

Bunun 6 lirasiyla Mecidiyekoy Ozcanlar Kasabindan kizarmis butun pilic,
2.5 lirasiyla 1 lt Tikvesli ayran,
75 kurusu ile firindan somun ekmek
75 kurusunu da Cumhuriyet gazetesi aldi.

3 Ekim 2008 Cuma

Nice to meet you, too!

Tekrar vatan topraklarindayim! Giderken ve gelirken yasadigim sacma olaylar dizisini anlatacagim. Ama once...

Amerika'da arkadas grubu icinde tanistigimiz, 3-4 gun beraberce yedigimiz ictigimiz eglendigimiz "kingde yendigimiz" birisiyle son gun aramizda su diyalog gecti.

-recep (a.k.a Horatio) sen blog yaziyo musun?
-(dumurdumurdumurdumur) eeee evet
-ben seni taniyorum galiba
-(dumurdumurdumurdumur)
-merhaba ben Mor Koyun
-(dumurdumurdumurdumur)

30 Eylül 2008 Salı

Ahahahaha!


Efendim bildiğiniz üzere dün Belçika, Hollanda ve Lüksemburg, Fortis'in kısmen kamulaştırılarak mali krizden kurtarılmasında anlaştı. Bu anlaşmaya göre, bankaya 11,2 milyar euro aktarılacak. Karşılığında şirketin yüzde 49 hissesi bu üç devlete geçecek.
Belçika Başbakanı Yves Leterme, Fortis'in çökmesine izin verilmeyeceğini söyledi ve "Üzerimize düşeni yaptık, mevduat sahiplerini yüzüstü bırakmadık." dedi.

Tüm bunlardan sonra Fortis Türkiye'nin bu anlaşma hakkındaki açıklamasından bir cümle aktarıyorum.

Bu müdahale, Fortis Grup'un tüm yükümlülüklerini karşılama yeterliliğine sahip olduğunun açık ve net bir teyidi niteliğindedir.

OLDU CANIM!

29 Eylül 2008 Pazartesi

the fall

İzlediğim film çiğnenmiş sindirilmiş halde boğazımdan akmasın, ben de biraz düşüneyim yorum yapayım diyenlere. Büyük insan David Fincher ve Spike Jonze bizzat tavsiye etmişler. Muhteşem görüntüler harika bir hikaye. Sinema ve fotoğraf severler (onlar kendilerini bilirler) izlesinler.

I know that it's a wonderful world, but I can't feel it right now



Geç keşfettiğim yetenek James Morrison. Bütün albüm (undiscovered) başından sona kendini dinletiyor bir şekilde. Öyle 2 tane flaş şarkı gerisi tırım tırım ağlak gitarım değil. Dinleyin bence..

28 Eylül 2008 Pazar

Vegas'a gideceklere bir kaç not


  • Montecito diye bir yer yok, Monte Carlo Resort & Casino var.
  • Las Vegas Bulvarı a.k.a The Strip şehrin cazibe merkezi.
  • Kumar oynayana içki bedava, 1-2 dolar ya da chip bahşiş ver yeter.
  • Poker, Craps, Rulet, Blackjack ve tek kollu haydut oynanabilecek kumar çeşitli.
  • The Strip üzerinde bi sürü latino amca kartvizitlerini dağıtıyorlar, tina 39 dolara, kristina 89a...
  • Bellagio'daki fıskiye gösterisi mutlaka izlenmeli, hatta bi kere yerden, bi kere de Eyfel'in tepesinden.
  • Stratosfer diye bi manyaklık var, yerden 1 km yükseklikte yukarı fırlatıyorlar. Herb sever kesin.
  • NY, NY otelde roller coaster var, fake empire state, chrysler building etrafında geziyor.
  • Kumar haggaten bağımlılık yapıyormuş.

26 Eylül 2008 Cuma

şşşşş

can't even shout; can't even cry; the gentlemen are coming by.
looking in windows; knocking on doors; they need to take seven and they might take yours.

can't call to mom, can't say a word; you're gonna die a-screaming but you won't be heard.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Oğlumuzun içkisi, kumarı yoktur.


Müstakbel kayınpederime sevgilerimle,
Horatio

Not: evet fileli çorap giyiyorum.

Horatio sent you an e-card...


Sevgiler,
Horatio

21 Eylül 2008 Pazar

insanlık ayıbı


Yurtdışına çıkartmaya çalıştığı mesir macunları alman polis kurt köpeklerince yakalanan arkadaşımız, doyçe politzayın kendisine buradan telaffuz edemeyeciğim şekilde kötü muamelelerde bulunduğunu ifade etti. Yaptığından büyük pişmanlık duyduğunu belirten arkadaşımızı en çok Günter isimli iri ve sarışın hücre arkadaşının yaptıkları üzmüş. Kendisini bu cendereden kurtarmak için bir basın kampanyası başlatıyoruz. Katkıda bulunmak isteyenler bana başvursun.

19 Eylül 2008 Cuma

Lehman Kardeşler Pide ve Kebap Salonu

Huuu komşular duyduk duymadık demeyin, bankacılık sektöründe indirim sezonu açıldı, %90'a varan indirim var.

%90 indirimle WaMu
%68 indirimle Wachovia
%43 indirimle Morgan Stanley

Kaçırmayın.

değer mi hiç



bir kredi kartı uğruna insanın a.k.'nın alemi var mı

11 Eylül 2008 Perşembe

Nude beach

Herbert amca demiş ya, tatilin en eğlenceli kısmını anlat diye. 4 günlüğüne gittiğim Barselona'da hayatımın en inanılmaz tecrübelerinden birini yaşadım: Çıplaklar Plajı!

Normal insan plajında denize girdikten sonra olacaklardan habersiz plajın diğer kısmına doğru yürüyüşe çıktım. Biri sırtüstü biri yüzüstü yan yana güneşlenen 30lu yaşlarda 2 çıplak herif gördüm, o hafta düzenlenen gay parade ile alakalı olduğunu düşünüp pek şaşırmadım. Biraz ileride 60 yaşında bir amca ellerini beline koymuş denizi seyrediyordu. Daha da ileride yaşlı bir çift ayakta sohbet etmekteydi. Sonra kamera zoom-out yaptığında farkettim ki tek giyinik olan benim. Herhangi bir plajda ne varsa orada da vardı, kitap okuyanlar, güneşlenenler, kulaklıkla müzik dinleyenler, sohbet edenler. Tek bir farkla, herkes çıplak!

Utanıp ilk uçakla İstanbul'a geri döndüm.

5 Eylül 2008 Cuma

Ölmeden önce yapmanız gerekmeyen 9 şey

  • Yamaç paraşütü yapmak
  • Tanımadığınız bir adamın kucağına oturarak yamaç paraşütü yapmak
  • Tanımadığınız bir adamın kucağında yamaç paraşütüyle spiral atmak
  • Bungee jumping yapmak
  • Jip safariye katılmak
  • Sevgilinizi helikopterle gezdirmek
  • Sade bir törenle evlenmek
  • Varoşlara fotoğraf çekmeye gitmek
  • Buzdolabını tamir etmeye çalışmak

31 Ağustos 2008 Pazar

desotodan at beni

Aman şöyle muhteşemdi, böyle bitmesinde temalı tatil yazılarından hazzetmiyorum. Bana ne senin huzurundan derler adama. Yaptıysan ilginç bir şey onu anlatmalı bence. O yüzden 2 haftalık tatilimin sonunda ben de gezimin zirvesini yazıyorum: yamaç paraşütü..
Hep istediğim, hiç fırsat bulamadığım bir şeydi. Yapmak için mıymıntı arkadaşları bir kenara bırakıp damarından kan akanları bulmak lazımmış.
Efendim bu işi yapabilmek için önce 1 saat 55 derece sıcakta kamyonet bekliyorsunuz. Bu müddet zarfında terlemekten yüzüme sürdüğüm güneş kremleri diz kapağıma inmiş, baygınlıkla ayıklık arasındaki kalın çizgide yuvarlanırken Desoto marka kamyonet geliyor, çünkü atlayacağımız 1700 metre yükseklikteki yamacın keçi yollarına başka araç çıkamıyor. Bu arada terlikle olmuyormuş atlama işi. Büyük ihtimalle ilk sahibi Cengiz Han’dan sonra epeyce kişi tarafından giyilmiş bir ayakkabı tahsis ediyorlar derhal.
Yaklaşık 1 saatlik sıkışık toz toprak içinde, iç organlarını püre hale getirici yolculuk bittikten sonra, o yolu desotoyla döneceğime paraşütsüz de olsa atlarım diyor insan. Zaten çıkınca da öyle seni psikolojik olarak hazırlayalım, heyecanını alalım, pamuklara sarmalayıp saralım gibi bir ortam yok. Biri kıçına biri başına bir şey bağlıyor, hadi koşmaya başla diyorlar. Bir bakıyorsun havadasın.Gerçekten inanılmaz bir keyif. Rüzgar deli gibi esiyor, manzara muhteşem. Tandem yapıldığı için arkada bir pilot uçuşu yapıyor, sana izleyip keyif almak kalıyor. 2000 metreye yükseldiğinde insan havayla arasında hiç birşey olmadığından gerçekten uçtuğunu hissediyor. Ben kontrolden çıkmışçasına resim çekip sırıtırken pilotumuz bir spiral atalım mı diyor. Ben hevesli taze, atlıyorum hemen. Biz kendi etrafımızda dönerek 1-2 saniyede yaklaşık 100 metre düşüyoruz. Pilot nasıldı diye soruyor. Harika diyebilmek için önce küçük dilime takılmış safra kesemi yutmak zorunda kalıyorum. Ama aynı şeyi ikinci kere teklif ettiğinde hemen kabul etmemi engellemiyor bu. Bu arada etraftaki paraşütlerle yarışıyoruz.

Neyse efendim. Durum budur. Fırsat bulursanız mutlaka deneyin. Asla unutamayacağım bir 45 dakika idi.


Avatar


Uzun süredir yazayım deyip de malum yoğunluk ve miskinlik sebebiyle yazamıyordum Avatar’ı. Vakti geldi de geçiyor.

Efendim Avatar The Last Air Bender 2005 yılında başlamış, 3 sezon sürmüş ve geçtiğimiz ay nihayete ermiş şahane bir çizgi dizi. Bir ara epeyce tartışma döndü, anime midir değil midir diye. Amerikan yapımı olması, anlatım dilinin animeden çok sinemayı andırması sebebiyle ben de anime değil çizgi dizi diyenlerdenim. Ama bu ortaya çıkanın muhteşem olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Hikayede 4 farklı ulus mevcut: Hava, su, ateş ve toprak (bi de tahta vardı diyenler lütfen şimdi sayfayı kapatsın ve bir daha da açmasın). Bu milletin bir kısmı kendi ulusunun elementini “bükebiliyor” yani hareket ettirip çeşitli forma sokabiliyor. Bir tek avatar dört elementi birden bükebiliyor. Bu ulusların şimdiki dünyayı simgelediği, ateş ulusunun Amerika olduğu söyleniyor ama bilinmez tabi. Daha fazla detay veresim de yok.

Görsel ve hikaye açısından sayısız Miyazaki göndermesi var. Karakterler inanılmaz bir derinliğe sahip. Hepsinin geçmişi, iç mücadelesi var. Kimse çok iyi veya çok kötü değil. Kıçı başı yerinde çok sağlam bir hikaye. Karmadan, çakralardan, pasifizmden bahsediyor. Soka gülmekten anırtırken iroh küçük asker şarkısını söylerken insanın nah şurasına mıh çakıyor.

Dediğim gibi dizi geçen ay 4 bölümlük akıllara zarar bir finale bitti. Bittikten sonra bi yarım saat kadar ağzımın kenarından salyalar akarak ekrana bakakalmışım. Şimdi bir de üçleme şeklinde filminin çekileceği söyleniyor. M. Night Shyamalan yazıp yönetecekmiş. Shyamalan’ı severim ama avatar için çok yanlış bence. Hiç çekilmesin daha iyi.

Hülasei kelam izleyin izletin, çok şey kaçırıyorsunuz.

13 Ağustos 2008 Çarşamba

bitsin artik bu dram, bu fotoroman

Bence kapatalim artik bu blogu.

7 Ağustos 2008 Perşembe

nerde kalmıştık


Turne çalışmalarım bitti ama çalışmalarım bitmedi. Heralde o yüzden bu 3 aydır uyumamışım hissiyatı. Buradan TGM ve melona seslenmek istiyorum bu arada: ya yaz ya terket..

30 Temmuz 2008 Çarşamba

modern sabahlar

İki aydır radyo çekmeyen yollarda sabah akşam tıngır mıngır çile doldururken, aynı mp3leri evire çevire dinleyip trafik canavarı olmaktan bizi kurtaran über alles program. Radyo Odtü'nün sabah programı olması hesabıyla esasen sadece Ankara'da dinlenebilseler de, şuradan indirilebilecek podcastleriyle yol boyu anıra anıra gülmemizi sağlayan üçlüye burdan selamlar. Ankara'da bir süre bile kaldıysanız Şenol Beyi, Demircan Abiyi, sabah haberlerini anlatmama zaten gerek yok. Hiç duymadıysanız da denemeden geçmeyin derim. %100 Doğaçlama, %20 İlkeli Yayıncılık! Bir de Ege Kayacan'ın blogu varmış.

27 Temmuz 2008 Pazar

Ahhh Cansu!


Bir kadının Cansu Dere'yi kanlı canlı gördükten sonra ağzından çıkan ilk laf "E uzun değilmiiiiş!" olur mu ya?