23 Ocak 2007 Salı

Our Man in Istanbul

İstanbul maceram bu sabah sona erdi..Bakalım neler yapmışız..
Gün1: Blogumuz üyeleri ile daha önce bir yazıda belirtildiği üzere Radyo Eksen Partisine gittik..İstanbul'a vardığım akşam olmasına rağmen yorgunluk belirtisi yoktu bende..Ama A Drinking Song'u çalmalarını gerçekten sabırla bekledim..Helldorado belki tek şarkılık bir grup değil ama konserine gidilmesi de elzem değilmiş..
Gün2: İstanbul'da yaşasam gün içerisinde mutlaka metroyu kullanmak isterim..Binlerce merdiven inmeme rağmen Ankara'dakinin o yapay havası yok orda..Sürekli ilerleyen insanlar,burdakinin aksine yürüyen merdivenin sağında bekleyip sol taraftan akıp giden bir kitle..İstanbul'un, bütün bu karmaşası içerisinde kendi düzenini yaratmış olduğunu düşünüyorum bazen..
Akşam tek başıma Beyoğluna indim..Ankara'da görmek istediğim Michael Gondry'nin The Science of Sleep filmini Yeşilçam Sinemasında tek başıma izlemek kısmetmiş..Köşedeki simitçiye sorup bulduktan sonra girdiğim yer cep sineması boyutu, üzerinde yer numarası olmayan bileti ve kırmızı koltukları ile beni başka dünyalara götürdü..Ama beni esas başka yerlere götüren filmin taa kendisiydi..Başrol oyuncularının Avrupalı olması ve Charlotte Gainsbourg'un mevcudiyeti bile bence filmi Eternal Sunshine of the Spotless Mind'ın bir adım ilerisine taşıyo..Ama karşılaştırma geyiği yapmayalım..İkisi de izlenmeli bence..



Gün3: Akşam Horatio ile Şarabiye gittik..İstanbul'daki mekanların ortak sorunu hizmet anlayışlarının umursamaz olması ve içtenliğin fazla olmaması..Şarap iyiydi gerçi ama Pano ve Victor Levinin ortamını bulamadım açıkcası..Çıkışta yediğimiz yağmur da cabası oldu..
Haftasonu: Sabah banliyo trenine binip Bakırköy tarafına gittim..Çocukluğumun geçtiği yerler olması ve bir kaç akrabamın oturması dışında bir özelliği yok benim için..Düzensiz bir kalabalık var..Akşamüstü ise Herbert ile Beşiktaşımızdaki Kazan'da bira içtik..Gönül isterdi ki biradan sonra İnönü'de maç izleyelim ama oradan çıkıp gittiğimiz Arnavutköyde yediğimiz balıklar da güzeldi doğrusu..
Pazar günü öğlen Horatio ile kahvaltı edecek bir yer arıyıp kendimizi Galata'da World House Hostelda bulduk..İlginç bir yer..Hostel olarak konaklamak ilginç olabilir ama kahvaltı için pek tercih edilecek bir yer değil gibi..Akşam ise Bahçelievler'de bir ocakbaşında et pişirirken buldum kendimi..Et yemekten ve içki içmekten sıkılmamı önleyen muhabetin önlenemez hatrıydı sanırım..


Pazartesi yarı şaka yarı ciddi bi şekilde geçti..Havaların hala güzel olduğu (aslında küresel ısınmadan bahsedilirken kötü mü desem)şu günlerde deniz kenarında çay içmek,hem de pazartesi öğle saatlerinde, bir Ankaralı için bulunmaz bir nimet ..

6 günlük gezimi eğlenceli kılan herkese teşekkürler..Keşke İstanbul herkes için aynı huzurda yaşanılır bir yer olabilse...

2 yorum:

melontheroad dedi ki...

İstanbulun kendi düzenini yarattığı en süper yer kontrolsüz kavşaklardır bir de.
Rüya Bilmecesi adıyla dilimize çevrilen filmi ben de çok sevmiştim bu filmin aşağıdaki şu güzel diyaloguna rağmen eternal sunshine of spotless minds'ı daha çok sevdim ben.
"stéphane - why me?
stéphanie - because everyone else is boring."
havanın hala güzel olmasına gelince,benim şaftım kaydı artık soğusun şu havalar da kendimize gelelim.devamlı bi bahar yorgunluğu..
rica ederiz ne demek,sen gene gel,bu sefer gitmem gittim istanbuldan ama tedbili mekanda ferahlık bulmak içindi,sen geldin diye kalkmadım yani Mr. TGM...

Horatio dedi ki...

Hostelde yan masamızda oturup sürekli bir şeyler yiyen mekan sahibi Tahir Abi'yi unutmayalım.

T.A:-Olum bana bir çorba getir!
T.A: Gazeteyi okuyor musunuz?
Biz: Evet.
T.A:-Lan bizim Milliyet nerede aloo?