7 aydır kapalı kalan Beşiktaş pazarı sonunda yeniden açıldı. Aslında sebze meyve satılan pazar hep faaliyetteydi. Üstte gördüğünüz resim o pazarın çatısını gösteriyor. Zaten 7 aydır bağırsaklarım düğüm düğüm olmadan hayatta kalabiliyorsam bunu cumartesi pazarına borçluyum. Önünden geçerken annemin görüntüsü sağ omzumun üstünde belirir "elma aaaalll, sebze aaaaalll, vitaamiiiinn" diye inler, ben de hayırlı bir evlat olarak nebati yüklenir çıkardım .
Fakat pazarın bir de 2. boyutu vardı: kıyafet pazarı. Hani şu sosyetik kadınları çekirge sürüsü gibi tezgahlara saldırıp kıtlıktan çıkmışçasına, seri sonu ve ihracat fazlası orgysi yaşadığı mekanlardan. Sorun şu ki o pazar, pazar yerinde değil, hemen yanındaki bizim sokakta kurulurdu. Böylece sokak sadece trafiğe kapanmaz, nefes alma, yürüyebilme ve evine ulaşabilme gibi temel insanı ihtiyaçlar açısından da sıkı yönetim ilan edilirdi. Sokakta ilerlemek aynen eski platform oyunu captain claw gibiydi. İnsan yiyen t-shirt satıcılarından oluşan ilk stage ile başlayan oyun uzayda gelen ikizlere takke isimli son bölümde "bunun en büyük boyu yok muu" diye bağıran patronu yenince sonuçlanıyordu. Bazen bu da yetmezdi çünkü tam apartmana vardım diye sevinirken, girişte bi teyzenin gelinin tuttuğu çarşafın arkasında etek denediğini ve evinize girmek istediğiniz için sizi bi güzel harpazladığını görebilirdiniz. İlk gördüğümde bu manzara bana Ankaradaki Alp Billuriyeyi hatırlamıştı (billuriye ne komik kelime, heheheheheh). Masum bi çocukken başıma geleceklerden habersiz annemin elinden tutup girdiğim bu kesme cam bardak ve çelik çaydanlık mekanı, dimağımda onulmaz yaralar açmıştı. İçeriye girince yüzünüze çarpan östrojen seliyle birlikte kendinizi ev kadınlarından oluşan bir akıntının içinde buluyorsunuz. Sağ taraftan gelen "sürahilerde yarım saat boyunca %30 indirim" anonsuyla birlikte bendini çiğneyip o yöne doğru taşan akıntıya karşı koyamayan bünye, bi süre sonra sol taraftan gelen ve çelik tencerelerdeki indirimi muştulayan anonsla bu defa hoyratça o tarafa savrulurdu. Hala bazen geceleri ter içinde "çatal kaşık takımlarında damping" diye çığlık atarak uyanırım.
Neyse lafı sündürmeyelim, Beşiktaş pazarının bu ikinci kısmı Kasım ayında malum sebeplerden kapatılmıştı. Esnaf "Pazarlar ekmeğimiz, başkan istifa" diye protesto etse de biz sokak halkı olayı fener alaylarıyla kutlamıştık.
İşte Belediye Başkanı istifa etmek yerine olaya makul ve başarılı bir çözüm bulmuş. Sebze meyve pazarının üst katını düzenleyip sosyete pazarı esnafına tahsis etmiş. Geçtiğimiz cumartesi pazar açıldı işte ilk görüntüler:
Bu da akşam kadınlar çekildikten sonraki hali:
Bendeniz de canımı dişime takıp siz güzide blog okuyucularımız için şöyle bi geçtim pazarın içinden. Eskisinden eser yok, insan yürüyebiliyor bir kere. İçerik açısından soruyorsanız her türlü kadınsal tekstil mamülü gözüme çarptı ama kalite vs. açısından bişey söyleyemiyorum tabi. Benim ilgimi çeken akvaryum için balık ve su kaplumbağası satan bir tezgah oldu. Hele kaplumbağalardan biri (üniversitedeki bir hocama benziyordu) tam beni al dedi. Ama ben şehir dışına çıkıyorum, kuzenim de olayı "ölür" şeklinde kati bir dille reddetti. Neyse kaplumbağalar uzun yaşarmış, bekle canım dönücem..
Fakat pazarın bir de 2. boyutu vardı: kıyafet pazarı. Hani şu sosyetik kadınları çekirge sürüsü gibi tezgahlara saldırıp kıtlıktan çıkmışçasına, seri sonu ve ihracat fazlası orgysi yaşadığı mekanlardan. Sorun şu ki o pazar, pazar yerinde değil, hemen yanındaki bizim sokakta kurulurdu. Böylece sokak sadece trafiğe kapanmaz, nefes alma, yürüyebilme ve evine ulaşabilme gibi temel insanı ihtiyaçlar açısından da sıkı yönetim ilan edilirdi. Sokakta ilerlemek aynen eski platform oyunu captain claw gibiydi. İnsan yiyen t-shirt satıcılarından oluşan ilk stage ile başlayan oyun uzayda gelen ikizlere takke isimli son bölümde "bunun en büyük boyu yok muu" diye bağıran patronu yenince sonuçlanıyordu. Bazen bu da yetmezdi çünkü tam apartmana vardım diye sevinirken, girişte bi teyzenin gelinin tuttuğu çarşafın arkasında etek denediğini ve evinize girmek istediğiniz için sizi bi güzel harpazladığını görebilirdiniz. İlk gördüğümde bu manzara bana Ankaradaki Alp Billuriyeyi hatırlamıştı (billuriye ne komik kelime, heheheheheh). Masum bi çocukken başıma geleceklerden habersiz annemin elinden tutup girdiğim bu kesme cam bardak ve çelik çaydanlık mekanı, dimağımda onulmaz yaralar açmıştı. İçeriye girince yüzünüze çarpan östrojen seliyle birlikte kendinizi ev kadınlarından oluşan bir akıntının içinde buluyorsunuz. Sağ taraftan gelen "sürahilerde yarım saat boyunca %30 indirim" anonsuyla birlikte bendini çiğneyip o yöne doğru taşan akıntıya karşı koyamayan bünye, bi süre sonra sol taraftan gelen ve çelik tencerelerdeki indirimi muştulayan anonsla bu defa hoyratça o tarafa savrulurdu. Hala bazen geceleri ter içinde "çatal kaşık takımlarında damping" diye çığlık atarak uyanırım.
Neyse lafı sündürmeyelim, Beşiktaş pazarının bu ikinci kısmı Kasım ayında malum sebeplerden kapatılmıştı. Esnaf "Pazarlar ekmeğimiz, başkan istifa" diye protesto etse de biz sokak halkı olayı fener alaylarıyla kutlamıştık.
İşte Belediye Başkanı istifa etmek yerine olaya makul ve başarılı bir çözüm bulmuş. Sebze meyve pazarının üst katını düzenleyip sosyete pazarı esnafına tahsis etmiş. Geçtiğimiz cumartesi pazar açıldı işte ilk görüntüler:
Bu da akşam kadınlar çekildikten sonraki hali:
Bendeniz de canımı dişime takıp siz güzide blog okuyucularımız için şöyle bi geçtim pazarın içinden. Eskisinden eser yok, insan yürüyebiliyor bir kere. İçerik açısından soruyorsanız her türlü kadınsal tekstil mamülü gözüme çarptı ama kalite vs. açısından bişey söyleyemiyorum tabi. Benim ilgimi çeken akvaryum için balık ve su kaplumbağası satan bir tezgah oldu. Hele kaplumbağalardan biri (üniversitedeki bir hocama benziyordu) tam beni al dedi. Ama ben şehir dışına çıkıyorum, kuzenim de olayı "ölür" şeklinde kati bir dille reddetti. Neyse kaplumbağalar uzun yaşarmış, bekle canım dönücem..
3 yorum:
Muhahahaha...
Bi de bu pazara giden teyzeler hep aynı. Dediğiniz gibi bilgisayar oyununda aynı karakterin bi kırmızılısı bi yeşillisi gelir ya, aynen öyle.
Horatio az önce bu postun blogdaki gelmiş geçmiş en güzel post olduğunu söylediğinde inanmamıştım. Yanılmışım..
Bir de biz sizi şehir dışına gitseniz de severiz, İstanbul'da kalsanız da severiz Herbert bey bunu da unutmayınız...
Her iki açıdan da mutlu ettiniz. sağolun
Yorum Gönder