24 Ağustos 2010 Salı

İlk Bir Ayda Neler Öğrendik

İstersen dünyadaki tüm bebek bakımı kitaplarını oku, bütün kurslara git gene de neyi nasıl yapacağını bebek bakarken öğreniyorsun. Bebek seni istediği gibi yönlendiriyor. Yok öyle, rutin oturtun bebek ne olduğunu bilsin, anlasın falan. O neyi ne zaman yapmak isterse o, isterse emerken uyuyakalır, isterse sen tam uyudu sanıp yatağına koyup yiyeceğin şahane pirzolaların hayalini kurduğun anda geri uyanır. İlk bir ayın ana fikri de budur.
Ha detay isteyenler, devamını okuyun:
Temel ihtiyaçlar üç tane: Yemek, çiş-kaka yapabilmek ve beraberinde altı temiz olacak ve uyumak.
Bizimki yemek ihtiyacını anneden emerek anne sütü ile gideriyor. Diğer mama, biberondan emme konuları hakkında bir bilgim yok malesef.
1.İlk ayda emerken bir bağ kurulduğu falan yokmuş. O yüzden ben de 2 hafta sonra duvarları ve yeşil ormanları izlemekten sıkıldım, emzirirken alt yazılı, sesi kısık TV izlemeye veya gazete, kitap okumaya başladım. Tamam sana bakıyor emerken de, onun tek derdi karnını doyurmak, ne bağı kursun seninle el kadar yavrucak.
2.Öyle 3 saatte bir emmek diye bir düzen de yokmuş. İstediği zaman, bazen 15 dakikada bir, bazen yarım saat emer, bazen 5 dakikada doyar, bazen uyuyana kadar emer, bazen 4 saat emmez. O yüzden ona güvenip de sütü bekletmek yok. Şişkinlik olunca hemen sağmak lazım. (aman o sağmak da ne moktan bir iş, sırf sağmamak için işe geç gitmeyi düşünüyorum) Ama murphy kanunu ben sağıyorum o uyanıp gene emmek istiyor.
3.Hızlı hızlı emecem diye genzine süt kaçıyor dikkatli olup hemen bebeği doğrultmak gerek. Fazla da panik olmamak gerek o zaten nefes alamayınca memeyi bırakıp öksürmeye başlıyor.1 aylık da olsa kimse yemeği nefese tercih etmiyormuş.
4.İlk haftalarda öyle çok kaka yapıyorlar ki, sanırsın ishal oldu. Biz sandık valla ve hastanenin bebek bakım odasını aradık ağlamaklı. Hemşire muhtemelen 500.000. kez aynı açıklamasını yaptı, onlar öyledir diye. Günde 7-8 hatta 10 falan normalmiş...hardalımsı
5.Altını açtığının % 75'inde üstüne işiyor veya kaka yapmaya devam ediyor, % 25'inde de temiz beze 2 dakika sonra kakasının devamını yapıyor. Bol bol bez almak gerekiyormuş.
6.Doğduğunun beşinci günü kontrole gittiğimiz sünnet eden doktor bizi 15 dakika bekletti diye, adamın üzerine işedi. O an annemle adamın suratına suratına kahkahalar attık biraz ayıp oldu ama hakketti sünnetçi de.
7.Başta kakaları çok sesli yapıyorlar, gittikçe sesler azalıyor. Kaka yapmadı sanıp uzun süre aynı bezle tutmamak gerekiyormuş, ciddi ağlama sebebi.
8.Her an uyuyabilir. İstediği kadar uyuyabilir.Gündüz uyumazsa gece uyur,gece uyumazsa gündüz uyur diye bir şey de yok.Bazen ikisinde de uyumayabiliyor. Bazen saatlerce uyuyabiliyor. O anların kıymetini bilmek lazım. Mesela aşı uyuturmuş. Bilseydim geçen cumartesi gezmeye giderdik.
9.Uykuda garip sesler çıkartabiliyor, mıyıklıyor, geriniyor, hemen ağlıyor diye paniğe kapılıp kucağa almamak gerekiyormuş.Uyanmayacağı varsa da uyanıyor işte o zaman. En fazla sırtına bir iki pış pış o kadar.
10.Bazen tek uyumak istediği yer annesinin kucağı oluyor, bazen yatağı, bazen salondaki kanepe, sinyallerini iyi anlamak gerek. Anne kucağı tek uyuyacağı yerken yatağa koymak her şeyi baştan başlatıyor ki pek can sıkıcı. İlk günlerde kucağımda uyuyunca, yaşasın uyudu diye yatağa koymak için can atan ben şimdi kucağımda uyusun da izleyeyim diye can atıyorum.
(Sanırım ilk çocuktan hemen sonra ikinci çocuğu isteyenler de böyle bir bunama yaşıyorlar çektikleri tüm eziyetleri unutup ikinciye hamile kalıyorlar. Ne garip yaratıklarız....)
11.Kendimizi de unutmadan, ilk zamanlarda anneye gelen "Sadece ben bakmalıyım, en iyi ben bakarım..."duyguları biraz bayatmış ve anneyi yorup depresyona sürüklemekten başka bir şey yapmıyormuş. Evde ne kadar çok "gerçek" yardımcı insan o kadar büyük şans. O yüzden az da olsa bir dışarı çıkmak, en kötü markete gitmek bile insanı düzeltiyormuş. Uçaklarda dedikleri gibi önce kendi maskenizi sonra çocuğunuzunkini takınız.

19 Ağustos 2010 Perşembe

dizi dizi diziler hasta olan iniler

taze düşmüş dizilerden iki örnek:


Sherlock: Çok şahane olmuş. Öyle böyle değil baya baya şahane. Coupling'in yaratıcısı modern zamanlara uyarlamış Holmes ve Watson'un hikayesini. Her bölümde Holmes'un kitaplarından birinin güncellenmişi var, yaklaşık 1,5 saat sürüyor ve şimdilik 3 tane var. Hikaye çok akıcı uyarlama harika. "Watson kesin Sherlock'a veriyodur abi" geyiğine güzel göndermeler var. Olmuş demiş miydim?


Rubicon: Bu şey böyle. Nasıl anlatsam. Hani arkadaş ortamında çok gelecek vaadeden bi adam vardır. Alır yürür bu herif dersin de böyle başarılı olayazmaktadır sürekli ama hala kopamamaktadır bi yandan da. Öyle bi tat bırakıyor. Amerikan Hükümetinin şifreleri komplo teorilerini falan çözen gizli biriminde çalışan egzantirik bir adamı anlatıyor. Böyle bilmeceler bulmacalar dil üstünde kaydırmacalar. Yani hikaye iyi gibi, umut da vaadediyor. Ama yani sanki tuzu mu az olmuş domatesi mi bayatmış böyle bi dilin kenarında eksik bi şey bırakıyor. Ama olacak gibi, daha erken. İzlenmeli.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Baby Blues diye bir şey varmış kimse bana dememiş

Hiç hissettirmeden başlıyor. Doğurmadan 1-2 hafta kadar önce. İşe gitmeyi bırakmışım, yeni evimize yerleşme hazırlıklarını tamamlıyoruz. Hava da serin mi serin, hamileliğim süper geçti darısı anneliğime duaları arasında bir sabah uyandım ki, finallere çok az kalmış ve ben daha hiç bir konuya çalışmamışım gibi hissediyorum.
Daha bebek nasıl tutulur onu bile bilemiyorum, bir de faydası olur belki diye üye olduğum emzirme konulu bir gruptaki kadınların e-mailleri iyice moralimi bozuyor, emziremezsemi hiç aklına getirmemiş ben birden paniklere kapılıyorum. What to Expect The First Year kitabını okumaya çalışıyorum ama hiçbir şey aklımda kalmıyor. Annem yaparken öğrenirsin, halen kitap mı okuyorsun diyor. Derken 3 hafta geçiyor ve bir bakıyoruz o gün geliyor.
Epidural sezeryanla ilgili hiçbir şey okumayıp izlemeyerek ne kadar iyi bir şey yaptığımı anlıyorum Cuma saat 10da. Beni ameliyathaneye götürenler de, epidurali yapanlar da, doktorum da, hasta bakıcılar da herkes ama herkes yaptığı işlemleri bana anlatıyor. Sanki ben yeni doğmuş bir bebeğim ve bu dünyaya alışma aşamasında bana yapılanları bilirsem daha mutlu olacakmışım gibi.
Sonra belden aşağım uyuşuyor ve MOS yanıma geliyor. O geldikten 10 dakika sonra 9 aydır beraber yaşadığım oğlumu ve plesantamı benden alıyorlar. Alıyorlar da sanki çöpe mi atıyorlar, plesantayı evet ama ADS'yi kucağıma veriyorlar. En mutlu anımız...
Ama işte ne oluyorsa ondan sonra başlıyor, ilk gece bunu ben mi içimde taşıdım ve doğurdum. Bu benim mi, ne kadar da güzel, aman ona bir şey olursa demekten, kaşını gözünü burnunu incelemekten gözüme uyku girmiyor. Teyzem uyu artık diyor, hemşire o uyurken uyuyun yarın bu kadar çok uyumayacak diyor. Aman olmuyor ilk gece bir dakika bile uyuyamıyorum.
Ertesi akşam denilenler oluyor, kendini halen ana rahminin sıcaklığında hissetmek isteyen yenidoğan benden ayrılmıyor. Emiyor, uyuyakalıyor, yatağına koyuyorsun uyanıyor. Kucağımda uyuyor, yatağına alıyorsun ağlıyor. Bebek odası imdadımıza yetişiyor da bir iki saat uyuyorum ama sersem gibiyim. 2. gece de sabahı buluyor. Bu sefer de bir şey olsun da bir gece daha kalalım hissi basıyor. Hem burda her şeyi onlar yapıyor, eve gidince nasıl olur ki paniği başlıyor. Ama nafile, doktorum geliyor sizi taburcu edelim artık diyor.
Akşamüstü evimize varıyoruz, ADS araba koltuğunda pek mutlu mutlu uyuyor. Eve varınca koltuğunu salona koyuyoruz, ona bakınca başlıyorum ağlamaya.
-Neden ağlıyorsun?
-Bilmiyorum...
-Nasıl bilmiyorsun.
-Bilmiyorum işte elimde değil.
İki hafta sürecek repliklerin ilki eve geldiğimiz ilk gün başlıyor.
Aşağı inme üşütürsün diyorlar, sinir oluyorum ağlıyorum. İki gün aynı odada oturuyorum, sıkıntıdan ağlıyorum. Tam uyutuyorum, ah benim güzel oğlum diye sevmeye geliyorlar, ADS uyanıyor, ben ağlıyorum, uyandıranlara gıcık oluyorum. Bu niye ikide bir kaka yapıyor diyor babası, ağlıyorum. Sana benziyor diyorlar, ağlıyorum. Saat 5 oluyor, ağlıyorum. Teyzemle kuzenim 1. haftanın sonunda eve dönüyorlar, ağlıyorum. MOS 2 hafta sonra işe başlayacak diye, ağlıyorum. Annem yemek yapmaktan yoruluyor diye ağlıyorum. Altını değiştirirken üzerime işiyor, ağlıyorum. Tam yemeğe oturuyorum, uyanıp ağlıyor, ben de ağlıyorum. Bir gece çok uyuyor, az emiyor, göğüsler şişiyor, sütler akıyor, ağlıyorum. Süt sağmam gerekiyormuş, ağlıyorum. Bir gece çok emiyor, az uyuyor, ben uykusuz kalıyorum, ağlıyorum. Ben gazını çıkaramıyorum, annem çıkarıyor, ben niye yapamadım diye ağlıyorum. Uyurken çok şeker oluyor, ağlıyorum. Kimseyle konuşmak istemiyorum, çünkü millet hayırlı olsun dedikçe ağlayasım geliyor. Telefonları zaten açamıyorum ama sonra da kimseyi geri aramıyorum. MOS sevinçle tebrikleri kabul ediyor, ben ağlıyorum. Fotoğraflarına bakıyorum, ağlıyorum. Zırta pırta ağlıyorum.
Elif Şafak'ın daha evli bile değilken alıp okuduğum ve hiçbir anlam veremediğim Siyah Süt kitabını kütüphaneden bulup tekrar okuyorum. Baby blues kısmı aynı ben...What to Expect kitaplarıma bakıyorum, evet orda da anlatmış. Sebepsiz her şeye ağlama hali, değişen ruh halleri, etrafla sürekli tartışma, anksiyete, eleştirilere aşırı duyarlılık ... vs. vs. Ama işte ben biliyordum, çalışmadığım yerden soru geleceğini biliyordum.
Bir de üstüne üstlük hamileliğimde ADS'de bulunan sorun devam ediyor çıkıyor, iyice ağlıyorum. Ne zaman ki, tetkiklerin sonuçları temiz çıkıyor ve biz her şeyi güçlü ve dayanıklı oğlumun az ağlaması sayesinde hallediyoruz, baby blues beni terkediyor. Belki 2 haftalık süresi doldu diye, belki ben farkına vardığım için, belki sağlıklı olmanın verdiği sevinçle gidiyor ama gidiyor.
Baby blues depresyon demek değilmiş, halk dilindeki lohusalık olsa gerek. Hormonların alt üst olmasından olurmuş. Eğer 2-4 haftadan fazla sürerse postpartum depresyona dönüşmüş demekmiş. İşte bu yüzden lohusa yalnız bırakılmaz lafı çok doğruymuş. Yanımda soğukkanlılığı ile teyzem, süper yemekleri ile annem, bana tatlılar yapan kuzenim ve benim tüm hormon seviye değişikliklerime tahammül eden ve beni ne kadar iyi bir anne olduğum konusunda motive eden MOS olmasaydı baby blues geldiği gibi gitmeyebilirdi.
İyiki oğlan doğurmuşum...

6 Ağustos 2010 Cuma

Peki Peki Anladık Her Şeyi Sen Bilirsin

Malum her annenin çocuğu ile maceralarını anlattığı bir blogu var. Benim burayı öyle bir bloga çevirmeye niyetim olmadığı gibi bunun için ayrı bir blog yapmaya da hiç niyetim yok. Ancak bu bloglardan bazılarını, biraz komik gelmekle birlikte ne var ne yok diye, ADS uyuduğu zamanlarda ben de uykuya dalmadan önce iPhone'dan takip ediyorum.
Bu aralar hararetle sezeryan ve normal doğum tartışmaları dönüyor. Bir grupta da emzirme konuları.
Nedense bana hep güçlükleri olan yolu seçenlerin kendilerini çok ulvi olduklarını cümle aleme duyurma ihtiyaçları ve o yolun en iyisi olduğunu diğerlerine dayatmaya çalışmaları, diğer bütün yollara da çaktırmadan da olsa "tu kaka" demeleri çok komik ve acınası gelmiştir. O tip insanlardan uzak durmaya çalışırım hep. Mesela vejeteryanların çoğu böyledir, et yiyenlere adeta katil muamelesi yaparlar lafları ve bakışlarıyla. Hayvanları deli gibi sevenler ve elindekini avucundakini onlara yatıranların bazılarında da vardır bu üstten bakış. Tamam ben de hayvanlara zarar verelim, onları dışlayalım demiyorum ama yemek yerken etrafımda kedilerden veya sürekli bir köpek tarafından yalanmaktan hoşlanmıyorum. Cani miyim yani şimdi ben?
Bu hor görme normal doğuran kadınlarda da var işte, sezeryan ile doğuranları hakir görme, tüh normal doğuramadın mı, hay aksi, oysa ki bebek için sezeryan çok zararlı, en iyisi normaliydiiiii...
Ya da emzirmek istemeyenlere karşı olan tavırlar: Emzirmemek mi, biberon mu? Oh mon dieu, 9 ay ben bunu hayal ettim, sen nasıl olur da emziremezsin. Çocuğunun bağışıklık sistemi gelişemeyecek. Vajinal doğum çok zor, çok korkutucu olabiliyor kimi insanlar için ne var bunda veya emzirmek zor geliyor olabiliyor. Bunları anlamamak neden bu kadar zor, anlamaya çalışmak da ne kadar gereksiz. Tersine ikna etme çabaları ne kadar sığ. Sanki onun çocuğunu doğuruyor, sanki onun çocuklarını emzirmiyor...
Oysa bu hayatta, değil mi ki her şeyin her bir insan için olabilirliği var, o yüzden her insanın başına gelen her şey normal bence. Konuşulan ve yazılanların gerisi boş laftan, kendisinin nasıl da doğru bir hayat yaşadığının mastürbasyonunu yapmaktan başka bir şey değil. Herkes nasıl mutlu olacaksa öyle yapmalı ve bundan dolayı da hor görülüp kınanmamalı.
Özellikle de bence dünyanın en zor işi olan çocuğunu yetiştirirken.
ADS acıktı emzirmeye gidiyorum ohhh ne kadar müthişşşşşş....

2 Ağustos 2010 Pazartesi

o neydi


seyirciler salondan dayak yemiş gibi çıkıyorsa büyük ihtimalle iyi bir filmdir o..