Onu ilk gördüğümde belinden yukarısı çıplaktı ve soğuk bir metal plakaya yaslanmıştı. O zamanlar metal plakanın soğuk olduğunu daha bilmiyordum. Beyaz önlüklü adam metalin diğer tarafında bir şeyleri kurcalıyordu. "Derin bir nefes al ve tut" dedi. "Tamam, giyinebilirsiniz."
"Merhaba" dedi "ben Herbert". Merhaba siz de mi? Evet evet ben de. Hastaneye gittiniz mi? Yok daha gitmedim, siz? Ben yarın gidicem Numune'ye.
Üstümü çıkardım, gittim yapıştım metal plakaya. 2003'ün Temmuz ayıydı.
Ankara'da yaşayan efendi bir çocuktu. Görev yerlerimiz açıklandığında verilen zarftan Ankara çıkmasına şaşırmadı. Tüm Ankara'da yaşayanlar gibi, üniversiteyi de işi de eşi de Ankara'da bulmak isteyenlerdendi.
Beni İzmir'e verdiler.
2006'da geçici görevle İstanbul'a geldi. Sevdi bu şehri, tekrar Ankara'ya dönmek istemedi. Ben o sırada görevden ayrılıp İstanbul'da tek başıma yaşamaya başlamıştım.
Kuzeni vardı, öğrenci. Onunla aynı evde kaldılar bir süre. Mahalleyi çok sevdi ama arabasını park edemedi. Kuzeni çok sevdi ama evi beğenmedi. Ben tek başıma yaşamaktan sıkıldım.
Beraber ev tutmaya karar verdik. Mahalle mahalle, apartman apartman gezdik. Tüm ihtiyaçlarımıza cevap veren bir ev kiraladık. 2007'nin Ekim ayıydı.
Eve bol bol eşya aldık.
Evde yemeye başlayınca kilo aldık.
Buzdolabının kapağını sökemedik.
Evde iki bekar herif olmanın tadını çıkardık.
Temizlikçiye vileda sapı aldık.
Bir süre sonra Ikea mobilyalarımız pörtlemeye başladı.
Bir ara Herbert yalnız kaldı.
Sonunda kendi evini aramaya karar verdi.
Ve bulduğu zaman gitti. Beni burada tek başıma bıraktı.
Kapım her zaman açık tabii ki ama ne demişler:
You can't go home again.