31 Ağustos 2007 Cuma
Aklıma Takılanlar
2-Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesindeyim 2 haftadır..Kayseri'ye 100km. uzakta az gelişmiş bir kasaba burası.Sürekli göç verdiğinden sanırım.1 tane büyük alabalık çiftliği ve bu yörenin önde gelenleri tarafında işletilen bir kaç büyük fabrika-benzin istasyonu dışında kayda değer bir şey yok..Öğretmenevinde kalıp,benzin istasyonunda yemek yiyorum sabah akşam..bi de öğlen..
3-Alabalık füme harika oluyor tavsiye ederim bu arada..Rakı yoktu ama idare ettik..Adamlar yurtdışına pazarlıyor daha çok..Buranın damak tadına ters tabii..
4-Anne baba evleneli 29 yıl olmuş bugün..Vay be diyesim geldi birden..Saygılar sunar, ellerinden öperim kendilerinin..
5-Bitti dağılın..
Lazım da lazım.
29 Ağustos 2007 Çarşamba
oynar gelin görümce
Acayip hipnotik bir kanal, disk defragmantasyonu izler gibi, insan bir başına oturunca bir daha kalkamıyor. Alamancı düğünleri konusunda uzman oldum bu bağlamda. Şöyle ortak noktaları var:
- bir kere hepsi çok yüksek tavanlı devasa kapalı alanlarda yapılıyor. öyle böyle değil ama, iki tribün atsan olimpik spor salonu olur, o höstlükte bir büyüklükten bahsediyorum. bir iki tane de değil, hepsi farklı bir salonda oluyor. almanya da bu kadar düğün salonu olması imkansız, uçak hangarı falan kiralıyorlar korkarım.
- ortam dandanakan meydan muharebesi gibi, mahşeri bir kalabalık. almanyayı içten fethetmişiz haberimiz yok. foton tanecikleri gibi herkes farklı bir yöne gidiyor, kimi göbek atıyor, kimi ağlayan çocuğunun peşinden koşuyor. akıllara zarar bir manzara
- kadınlar arasında cart mor çok moda. herkes "abiye" kıyafetlerini kuşanmış, saçlar aynı kuaför elinden çıkmış adını bilmediğim bir model. üstler kıvır kıvır, yanlar gergin favorilerden birer kıvırcık perçem bırakılmış. çeşitlilik pek yok. erkeklerde ise korkutucu bir şekilde siyah takım elbiseye siyah gömlek ve siyah kravat moda.
- halay çok ciddiye alınıyor, öyle böyle değil. bizim bildiğimiz kasap havası, bir sağ bir sol ayak höylörölöy halaydan bahsetmiyorum. sınır kapısında bir eğitim mi veriyorlar bilemiyorum ama almancılarımız halay olayını aşmış. hiç görmediğim acayip komplike figürlerle herkes şaşmadan inanılmaz bir kordinasyon ve ahenkle halay çekiyor. kamera saniye saniye peşinde. dünkü düğünde artık bu işin ordinaryusu olmuş 15 kişilik bir grup vardı, zorluk derecesi 15 olan figürlerle kameranın etrafında tur atıyorlar. bir tanesi pek beceremiyordu, kameranın önünden bir sonraki geçişlerinde kaybolmuştu. zayıf eleman sürüyü yavaşlatmasın diye kendi aralarında yediler korkarım.
- bir de her düğünde bir kaç tane numune alman var. böyle korkuifadesini gizlemek için surata yapışmış sahte bir gülümsemeyle, zorla çıkarıldıkları pistte göbek atmaya çalışıyorlar, içler acısı
- takı töreni allahlık, cebe koyma keseye atma yok. herkes gelinle damadın kıçına başına iliştiriyor ve saatleeeer sürüyor.
- bir de sunucudan bozma kordinatör oluyor her düğünde. olayın akışını yürütüyorum ayağına demir yumrukla yönetiyor düğünü, gerekirse mikrofondan azarlıyor herkesi. tam sopalık.
neyse kaptırdım kendimi amma yazmışım. şu halay olayına biraz çalışmam lazım.
28 Ağustos 2007 Salı
Kaş-Yorumlu
Yıllık iznimin 4 gününü geçirdiğim Kaş'ta kaldığım Çakıl pansiyondan
Fotoğrafı izinsiz kullananın canı saolsun..
bulucak.com düzeltme
Biz bulucak.com’u geliştirirken kesinlikle normal kullanıcılardan para almak gibi bir niyetle işe girişmedik. Sitemizi kullanarak ticari gelir elde edebilecek seyahat acenteleri, gezi portalleri müşteri kitlemizi oluşturuyor. Bir süre veri topladıktan sonra normal bir kullanıcının günde ortalama 4 sorguya ihtiyacı olduğunu gördük ve bunun üzerinde paketlerimizi pazarlamaya karar verdik. Bu nedenle üyelik sistemini getirmek durumunda kaldık.
bu açıdan düşünmemiştim ben tabi, son derece haklılar. ilgilenip mail göndermeleri bile ne kadar hoş. buradan durumu tekzip edeyim dedim.
26 Ağustos 2007 Pazar
Mola bitti herkes hücrelerine
Yıllık izin adı altındaki bir parmak balın başlayışı pek şenlikli de bitişi hiç hoş olmuyor. Başladığı gibi de bitti arada ne oldu anlamadım zaten. Önce ankara’da bir miktar aile saadeti iyi geldi özlemişim. Sonrada sahil kesiminde kafa dinleme ve scuba.
Sene de bir dalmak biraz seyrek aslında ama ancak fırsatım oluyor. Bir de çabuk doyuyorum. 4 dalış yaptım, 5. olsa dalmazdım. Güzel müzel ama işkencesi çok. Onu hazırla buna bağla dal çık çırpın, nevri dönüyor insanın. Yine bir sürü balık gördüm. Beraber gittiğimiz tecrübeli ekip artık her gördüğüm balığa sevinmememi istiyor ama olsun tadını da ayıramıyorum kendisini de ayıramıyorum, hepsi balık benim için. Bu sene abartısız bacağım uzunluğunda bir orfoz, bolca lagos, bir müren bir de pisi balığıyla tanıştık. Dalışı da bayağı ilerlettim artık, ahlaka mugayir olmayan el işaretlerini bile öğrendim. Ama hala soğuk akıntılarda kendini ısıtmak maksadıyla yapılması gereken işeme faaliyetini beceremedim. Eğitmen basınçtandır alışırsın diyor. Ben aldığım aile terbiyesine bağlamıştım ama o da olur :P
Sonra da istanbulda amaçsız manasız bol gezmeli birkaç gün. Bir kere daha anladım ki istanbul çalışmayanlar için cennet. öğleden sonra sahilde çay içip kitap okumak, sonra enteresan yemekler, geç saate kadar eğlenceler. Ahh ah işi gücü bırakası var insanın. Bu arada ne zaman görüşmediğimiz melontheroad güya beni arayıp buluşma ayarlayacaktı ama tenezzül etmedi. İnsanların sevgilisi olunca arkadaşlarını unutması hiçbir zaman tasvip ettiğim bir durum olmamıştır.
Neyse bitti işte izinde tozlu yollar tozlu dosyalar beni bekler. Aksattığım blogla da biraz ilgileneyim.
24 Ağustos 2007 Cuma
Cumartesi Cumartesi
21 Ağustos 2007 Salı
Self-improvement
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Baska bir kitap daha vardi, %100 dusunce gucu idi galiba ismi. O da ayni mantik. Simdilerde Secret var, duyduguma gore o da benzer sekilde. Dusun olsun, icinde o guc var, pozitif dusun pozitif yasa kitaplari.
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Bu tur kitaplara bakisim boyleyken Dogan Cuceloglu amcanin kitaplariyla sarsildim. Ilk okudugum "keskesiz yasam icin iletisim"den sonra "icimizdeki cocuk" beni sasirtti ve korkuttu. Soyle ki yasamimizdaki her hareketin anlaminin cozulmus oldugunu anladim. Niye asabiyiz, uysaliz, alkoligiz, dinciyiz, faaliyet adamiyiz? Hepsi bu kitapta. Neden bir yandan tembellik etmek isteriz, bir yandan da bundan rahatsiz oluruz?
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Diger junk, spam kitaplar degil ama bu kitap okunmali. Icimizdeki Cocuk - dogan cuceloglu - remzi.
Bu mesaj Cesme sahillerinden gonderilmistir.
18 Ağustos 2007 Cumartesi
Huzur
16 Ağustos 2007 Perşembe
Bitmeeeez!
15 Ağustos 2007 Çarşamba
Eggberry - Blackberry
Charmaine Eggberry
13 Ağustos 2007 Pazartesi
Meşhur Susurluk Lattesi
Susurluk'ta mola verince gördüğüm yukardaki manzara karşısında verdiğim ilk tepki "oha" oldu. Elimi yüzümü yıkayıp bir takım azotlu atıkları dinlenme tesisine bıraktıktan sonra şaşkınlığım yerini hayranlığa bıraktı. Şayet İstanbul - İzmir karayolunda mola verilmesi gereken yerlerden birisi Susurluk ve Shaya bunu çok güzel değerlendirmiş. Her ne kadar ben kendim bol köpüklü bir ayranı latteye tercih etsem de Starbucks orada tutar ve tutmuş da zaten.
10 Ağustos 2007 Cuma
Kefken Kerpe Şile Ağva Pansiyon
bulucak.com
9 Ağustos 2007 Perşembe
Can't you come?
İzinde okurum diye kitap,dergi aldım bolca..Metin Erksan'ın merakla beklediğim Sevmek Zamanı'nın da Dvd sinin çıktığını turnede öğrenmiştim.Gitmişken onu da aldım.National Georgraphic,futbol ve edebiyat dergileri derken 40 kağıta patladı bu hobimsi şeyler..
Dün akşam önce Random'da içip,sonra Quick China'da çorba ve çin böreği götürdüm.İlginçti.Ankara susuz da olsa akşamlar güzel geçiyor.Mekanların tuvaletlerine girmek zor yalnız baştan söyliyim:)
Annem yemeğe çağırıyor.Gidip bir şeyler atıştırıyım..
8 Ağustos 2007 Çarşamba
sinek
Çok asabiyim bu ara. Tek sebebi de bi sinek. İşim başımdan aşmış, deadlinelar dağları sarmış, ben harıl harıl çalışırken bi sinek musallat oldu. Ama öyle böyle değil belalım oldu resmen. Ben kendimden geçmiş, konstarasyonda yeni nirvanalara ulaşmış şekilde takada takada klavyeyi döverken, bu cehennem zebanisinin konsantre hali sinek gelip kulağıma konuyor. Oradan kovuyorum derhal burnuma ve sırayla yanak, boyun, göz kapağı ve bilumum uzuv. Asla vazgeçmiyor, sürekli tepemde. En nefret ettiğim de kafamın K2 zirvesi diyebileceğimiz arka üst kısmı. Hani bebeklerde bıngıldak olur ya tam orası. Oraya konup konup kalkıyor saçların arasına, bende sinirler harap. İşi gücü bırakıp peşinden koşuyorum hayvanın. 3 saniye sonra aynen yine orda, güvercin kırması mıdır nedir şaşırmadan buluyor aynı yeri. Acaba koktuk mu diye şüphe duyup kendimi kokluyorum ama daha sabah duş aldık yahu. Neyse ki etraftaki herkesin böyle bir belalı sineği olduğunu görüp ferahlıyorum.
Sinekten intikam alma konusunda coyote’nin roadrunner’ı yakalamak için yaptığı gibi planlar yapıyorum, mavi zemin üzerine beyaz çizgilerle ozalitten. Bu sinek (atıyorum) benim 500’de 1’im ya mesela (evet attım), ben de sineğin 500’de 1’i büyüklüğünde bir robot yapıp (viva la nanoteknoloji) sineğin üstüne salma fantazyalarıyla yaşıyorum. O robot ta aynen sineğin bana yaptığı gibi kıçına konacak başına konacak, en meşgul anında (neyse sineğin meşgul anı) bızır da bızır sinirlerini laçka edecek, kulağının üstüne konup konup kaçacak, asla vazgeçmeyecek. Adı da hazır icadımın: sinekzilla. Ó Patent pending.
Ama nanoteknoloji yeterli seviyeye ulaşan kadar elimdeki tek silah rulo haline getirdiğim gazete. Bunu da kullanmak istemiyorum çünkü ölüm o sinek için lüks olur. Onu yakalayıp ayaklarını tek tek tırnak makasıyla kesmek, 1000 tane gözünün her birini tek tek toplu iğneyle pörtletmek, vücuduna vereceğim elektrik için voltlardan volt beğenmek, sinek denen musibeti wushu ve krav maga manyağı yapmak, tanrının gazabı olup üstüne yağmak istiyorum.
Bu konuda yardımcı olabilecek arkadaşlar bağlantıya geçebilir, ya da tanıdığınız bir psikologun numarası da aynı işe yarayabilir. Veya bana bir yavru kedi alın, onu severim ben, stresimi alır, kulağının altını kaşırım, ensesinden seversem tırmalamaz zaten, hem böylece kaçmaya çalışırsa daha rahat sıkarım ümmüğünü.
7 Ağustos 2007 Salı
Özür
Horatio iken yapamadığım haylazlıkları, sataşmaları ve spoiler verme gibi edepsizlikleri Herbert takma adıyla yapıyorum.
Yarattığım rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.
6 Ağustos 2007 Pazartesi
Home is where my heart is
but believe in me baby and i'll take you away
from out of this darkness and into the day
from these rivers of headlights these rivers of rain
from the anger that lives on the streets with these names
'cos i've run every red light on memory lane
i've seen desperation explode into flames
and i don't wanna see it again
Bir zarfın içine...
vergi numarası alındıktan sonra vergi dairesi bir memurunu acaba o şirket gerçekten var mı diye yoklamaya ofis adresine gönderiyor. işte bu hikaye de burada başlıyor.
daha önce kurduğumuz 3 şirketin ikisinin yoklamasında bu memurlarla sıkıntı yaşadım. birincisi -hadi acemiliğe geldi diyelim- bana imzalatabileceği belgeyi ancak şirket ortaklarından birisi imzalayabilir diyerek 2 gün imzalatmadı. Muhasebecimizle konuştuğumda bir zarfın içine 20lira koysaydın, sen de imzalardın, olur biterdi dedi. Şimdiye kadar hayatımda rüşvet vermedim, utanırım, öyle şey yapamam.
İkincisindeki memur abi, sağolsun, biraz daha insaflıydı, belgeyi bana imzalattı. Ama içinde yazdığı bir takım şeylerden dolayı şirkete bikaç bin lira ceza geldi. Muhasebecinin cevabı aynıydı: bi zarfın içine... Offf!
Bu sefer hazırlıklıydım. Gelen abiyi içeri buyur ettim, baktım acayip sorular sormaya başladı, gizlice muhasebeciyi aradım. Bir zarfın içine... Titreyerek kasadan 40 lira çıkardım. Zarfın içine özenle yerleştirdim. Abi benden bir takım belgeler isteyince, gittim belgeleri getirdim, arasına da zarfı yerleştirdim. Sonra çay, kahve bahanesiyle dışarı çıktım ki rahatça alsın alacağını. Bir yandan hala titriyorum. Geri döndüğümde zarf benim tarafımda duruyordu. Allaha şükürler olsun, atlatmıştım bu rüşvet verme seansını. Konuşmanın geri kalanı çok rahat geçti. Bir kaç cevaplayamadığım şey dışında, her şey yolundaydı. Taa ki ben zarfı kontrol edene kadar! Zarfa baktım, zarf hala doluydu. Başımdan kaynar sular döküldü. Zaten rüşvet vermeye çekinen ben, bi de rüşvet almayan bi memura denk gelmiştim. Kim bilir neler olacaktı? Tüm konuşmanın sonunda abiden esaslı bir dürüstlük nutku dinleyeceğim kesin gibiydim. Boyumdan, posumdan mı utanaydım, abiyle muhabbetini yaptığımız ODTÜnün şerefini kirlettiğime mi üzülseydim? Neyse korktuğum gibi olmadı, abi işlerini halletti ve ayrıldı.
Belli bi süre yazı yazamazsam bilin ki ahlak masasından ziyaretime gelmişlerdir.
5 Ağustos 2007 Pazar
Lütfen biraz saygı
Grupla gidilen yemeklerde biz erkekler sadece ve sadece mesanemizi boşaltmaya giderken, siz kadınların yukarda sayılan amaç dışında makyaj, kıyafet, göbek ve popo kontrolüne, ve biraz dedikoduya gittiğinizi de biliyoruz. Deniz kenarına tatile gidildiğinde, bikini giyilip denize girilmemesinin sebebini de biliyoruz. Daha bildiğimiz çok şey var da, onları bilmiyormuş sayın.
kirli çamaşırlar
eski fotoğraflar öyle değil ama, onlar çok eğlenceli. kişi neymiş ne olmuş, evrim süreci çok ilginç. geçenlerde ortaokulda çektirdiğim bir vesikalık geçti elime. abartısız 3mm genişliğinde 50 cm uzunluğuna bir kafa. ediden büdülüğe geçişi nasıl yaptım ben de bilmiyorum. işim gereği bazen etrafımdaki kişilerin eski kayıtlarını ve resimlerini inceliyorum. kadınlarn kaşları 80lerde bumbar kalınlığındayken gittikçe yay gibi oluyor. saçlar zaten tamamen alakasız. erkeklerde ana değişiklik sarkan gıdı ve dolan yanaklar şeklinde baş gösteriyor.
nerden geldi aklına bunlar derseniz, uykum gelmeyince biraz komşu blogları dolaşayım dedim ve şu postla karşılaştım:
http://kaisermuhlen.blogspot.com/2006/09/gecmis-zaman-olur-ki.html
epeyce sırıttım pis pis önce onu söyleyeyim. gezerken gördüğüm resimlerden sağ ve sol baştaki arkadaşların kim olduğunu çıkardım ama takımın kalanı bu resimde var mı bilemiyorum. sağ baştaki arkadaştaki (isme gerek yok :) "ergenlik bunalımındayım, kimse beni anlamıyo zaten" bakışına birşey demiyorum, hepimiz öyleydik. ama sol baştaki "çakma hugh grant" saç stilini dimağım almadı, o yüzden postu burada noktalıyorum. sevgiler :)
3 Ağustos 2007 Cuma
2 Ağustos 2007 Perşembe
TGM'nin izinden
Efendim, iş nedeniyle güzel Anadolumuzu köşe bucak gezen, acı tatlı bir çok olayla karşılaşan, kah sevinip kah üzülen, buz gibi pınarlardan su içen, tertemiz havayı ciğerlerine dolduran, ılgıt ılgıt esen seher yelini tenlerinde hisseden TGM ve Herbert kardeşlerime özenerek ben de 2 günlük bir turne yaptım.
Rotamız TGM ile aynı: Denizli.
Geçtiğimiz köylerde ilk göze çarpan konu, kadın ve çocukların tarlarda çalışırken, erkeklerin köy kahvesinde bomboş oturmaları. Aksan anlaşılmayacak kadar farklı değil. Denizli düzenli bir şehir. Organize sanayi bölgesindeki bir çok fabrika, bariz bir canlılık katmış kente. Tekstil ve mermercilik en önemli sektörler olarak göze çarpıyor. Pamukkale sebebiyle turizm de mevcut. Ayrıca topraklar da çok verimli.
deathly hallows mantık hatası?
dün aklıma geldi de okuyanlara sorayım dedim. şimdi bu harry, kreacher'a sahte horcrux olan madolyonu veriyo ya. ev cinlerinin tabiatı gereği artık kreacher'ın özgür kalmış olması gerekmez mi? hadi artık çok seviyo ondan yardım ediyor desek bile bir sürü yerde harry'den master diye bahsediyo. anlam veremedim. aman neyse uzadı bu potter meselesi.
Horationtheroad I - AŞTİ
Hemen belirteyim, özlememişim. Bağıra çağıra bilet satan herifler, tıkış tıkış yazıhaneler, bekleme koltuklarına oturmak yerine dizleriyle dirseklerini birleştirerek çömelen vatandaşlarımız filan hepsi aynı. Sadece tahammül edilmez derecede pis kokan tuvaletlerin yerini tahammül edilmez derecede pis kokan "wireless" tuvaletler almış.
1 Ağustos 2007 Çarşamba
Annee, bittii
açık konuşayım ben çok beğendim, özellikle ikinci yarıyı okurken nefes almadım diyebilirim. seriye yakışır, soruları cevaplayan başarılı bir son, epilogue kısmı hariç tabi. rowling zaten güzel anlatırdı, daha da bi güzel kurgulamış sanki bu sefer. bi de gittikçe karanlıklaşan seriye en karanlık noktayı koymuş.
bu noktadan sonrasını kitabi daha okumamış ama okuyacak olanlar okumasın (evet). (okumak için alttaki boşluğu seçin)
detaylı detaylı kitap şöyleydi böyleydi diye anlatmayı düşünmüyorum. benim için doruk noktası snape'in harry'nin gözlerine baktığı yer ve elder wand'la ilgili karışıklıktı. snape iyiymiş tamam ama hala sevmiyorum, insan bi yıkar o saçları dimi.
tüm seriye bakıldığında kitabın gerçek kahramanı ne harry ne dumbledore. her tıkandıklarında konuyu çözen, mantığın sesi hermione tabiki. özellikle son kitapta başarılan ne varsa %80'i bu yavrunun eseridir. bu kararımda filmlerdeki hermione'nin ilik gibi olmasının katkısı var mıdır bilemiyorum.
bi de o ron'u günahım kadar sevmiyorum. 7 kitap boyunca dırdır etmekten başka bişey yapmadı tekne kazıntısı.
tabi gönüllerin şampiyonu iki karakteri anmadan geçmek hayvanlık olur, saygıyla eğiliyoruz.
Beyanat
Niye hep beni buluyor bilmiyorum.
İş dönüşü, yemek öncesi bir nebze nefes almak maksadıyla duş alınmış, saçlar kurulana kurulana banyodan çıkılmış (seri hareketlerle), odanın ortasına kadar gelinmiş ve havlu çekilince minibardan hesap alan kat görevlisiyle karşı karşıya kalınmıştır. Bu noktada bayan okurları baştan çıkarmamak maksadıyla detaya girmiyorum ama hava sıcaktı ve havlu ihtiyacı duymamıştım. Neyse efendim kat görevlisi gayet kayıtsız bi şekilde adisyonu doldurmaya devam etmekteyken ben de el bezi büyüklüğündeki saç havlusunu kendime siper etmeye çalışmaktaydım. Bi yandan da aksiyon planı hazırlıyordum: banyoya mı dönsem, yok tuhaf olur herifi burda bırakıp taze gelin gibi banyoya kaçmak, e böyle de olmaz ki, dur belin etrafını çevirdi galiba havlu, yok lan böyle de şehnaz dilan gibi oldum, herif de minibar hakkında kompozisyon mu yazıyo nedir bi saattir dolmadı adisyon, gördü tabi adonis heykeli gibi vücudu köftehor, ulan yoksa??
Ben hezeyan denizlerinde mayosuz çırpınırken arkadaş gayet sakin adisyonu uzattı bana, o halde neyle imzalamamı bekliyosa. Ben imzalarım siz yarın odadan alın dedim en sonunda, siz bilirsiniz dedi çıktı. Ben de bu sayede 2. kişisel sergimi açmış oldum.
İlki şöyleydi: yine bir yaz günü, yine bir otel odası: duştan çıkılmış, özgürlüğün son raddesinde uyunmaktadır. Gözleri hafif aralayınca başörtülü bi kadının odada dolandığı görülür, gözler dobby’nin gözleri gibi harş diye açılır ve yorgan panikle üste çekilir. Bu sırada dünyanın en normal şeyini yapıyomuş gibi havlu katlamakta olan görevli “napıyo lan bu” edasıyla bakar. 2 saniyelik gergin bi bakışma sırasında ben nerde olduğumu hatırlamaya çalışmaktayımdır. Kadıncağız bi zahmet rahatsızlığı fark eder, “sonra geleyim isterseniz” diye sorar.