29 Aralık 2006 Cuma
MOBLOG
Bu ilk deneme.
Kamuoyuna Duyurulur
Saygılarımızla.
27 Aralık 2006 Çarşamba
Passenger 8A
Taksi
Park yeri ve zen
(Elaine ve George park yeri aramaktadır, George ısrarla sokakta park yeri bulmak için geliştirdiği sistemi anlatmaktadır)
Elaine: Oh come on, George, please put it in a garage. I don't want to spend an hour looking for a space.
George: I can't park in a garage.
Elaine: Why?
George: I don't know, I just can't. Nobody in my family can pay for parking, it's a sickness. My father never paid for parking; my mother, my brother, nobody. We can't do it.
Elaine: I'll pay for it.
George: You don't understand. A garage. I can't even pull in there. It's like going to a prostitute. Why should I pay, when if I apply myself, maybe I could get it for free?
26 Aralık 2006 Salı
You Can't Go Home Again
Araştırdım, Thomas Wolfe'nin sözüymüş bu. Gerçi o Amerika'daki büyük buhran dönemi için yazmış ama benim şu aralar yaşadıklarımı da güzel özetliyor.
İnsan gerçekten de evine dönemiyor, adım attıktan sonra geri çekemiyor. Mevzu mesafe değil değişim. Yanlış anlaşılmasın bu heyecan verici bir duygu. Ama eskinin başka bir sıcaklığı var, o çekilince insan biraz üşüyor..
25 Aralık 2006 Pazartesi
Cuma gecesinden
PASTA PIZZA BAR
Restoranda spaghetti, penne, fusili, ravioli, tagliatelle gibi –bildiğimiz- şekillerde makarnaların yanında conchiglie, campanelle gibi duymadıklarımız da var. Ben nane limonlu campanelle sipariş ettim. Campanelle için, iç içe geçmiş huni şeklinde makarna diyebiliriz. Fotoğrafta makarnamın hazırlanışını görüyorsunuz.
Son derece zengin bir şarap menüsü olan Vapiano’da tüm şarapları kadeh olarak alma imkanı da var. Ben DLC Sultaniye içtim. Nane limonlu makarnayla pek de uydu açıkçası. Vapiano'da ahşap masalar ve taburelerden kırmızı deri koltuklara kadar herkesin kendini rahat hissedebileceği köşeler var. Biz ahşap masa ve tabureyi tercih ettik.
MAVİ MAVİ MASMAVİ
Saat 22:45 ve müzik başlamamış, zaten içerde pek kimse de yok. Yaklaşık on beş dakika sonra muhteşem bir slow blues şarkısıyla başlangıcı yaptık. Grup henüz ısınmaya başlamadı bile. 3-4 tane daha slow bluesdan sonra “Mary Had a Little Lamb” ile tempoyu artırdık. “Vodoo Music”, “Mustang Sally”, “Watch Yourself” gibi hızlı şarkılardan sonra grup ara verdi. Bu arada mekan da iyice kalabalıklaştı. Bluesaint’in dönüşü yine bir slow blues şarkısı olan B.B. King klasiği “How Blue Can You Get” ile oldu. “Sweet Home Alabama”, “Hoochie Coochie Man” ile ortamı iyice canlandıran grup “Johnny B. Goode” ile zirveye çıktı.
24 Aralık 2006 Pazar
Pazar ve ertesi
Keşke pazartesileri kapalı olan bir müzenin müdürü olsaydım..
21 Aralık 2006 Perşembe
21 Aralık ve Kış ve Kuş
Sabah kalktığımda hava hala zifiri karanlıktı. Öyle çok erken bi saat falan değil 7 buçukta kalktım ama o karanlıkta uyanamadım tabi. İnsanın yataktan çıkası gelmiyor cidden. Biraz daha ışık gelsin diye perdeyi açtım ki bizim camın önü manyas kuş cenneti olmuş, 300 tane falan martı var (istanbulda 7 değişik martı çeşidi varmış, bunu da belirteyim netekim). Ben bi yandan afyonumu patlatmaya çalışırken (o lafın hikayesini de anlatayım bilahare) bi yandan bu martılar niye bana bakıyo, cam ne kadar kalın acaba sorularıyla cebelleşip Hitchcock u andım bi yandan da (kendisi o filmin sloganı olan "The Birds is Coming" deki is'i sırf dilbilgisi meraklılarını germek için kullanmış, helal diyorum). Neyse lafı şuraya bağlamak istiyorum yılın bu en kısa gününde kış mevsiminin tiksinçliğini bi kere daha hatırlamış oldum. Yani sabah kalkıyosun hava karanlık, lahana gibi 40 kat giyiniyosun yine üşüyosun, yağmur çamur, akşam işten çık hava yine karanlık, evde kombiyle uğraş, bi yere giderken kırk kere düşün yağmur var trafik nasıldır, onu giysem soğuk mu olur bunu giysem kalın mı olur. İşkence gibi yahu. Yani kim sever bu kışı, mazoşist değilse niye sever çok merak ettiğim bi mevzu. Sözlerimi şu şekilde noktalıyorum, kahrolsun kış, yaşasın 21 Haziran, yaşasın global ısınma.
20 Aralık 2006 Çarşamba
Master of my domain
My name is George, I am unemployed and I live with my parents. George
Fake, fake, fake, fake! Elaine
Not that there's anything wrong with that! Jerry
These pretzels are making me thirsty. Kramer
Take the K-man. Jerry
I'll tell you what... Jerry
I am back baby, i am back! George
My boys can swim! George
A guy who's about five foot eleven, he's got uh, a big head and flared nostrils. Kramer, Jerry için
Like, a horse face, big teeth, and a pointed nose. George, Jerry için
A pretty woman, you know, kinda short, big wall of hair, face like a frying pan. George, Elaine için
Have you seen a tall, lanky dufus with a bird face and hair like the bride of Frankenstein? Elaine Kramer için
I always get the feeling that when lesbians look at me, they're thinking, 'That's why I'm not a heterosexual. George
18 Aralık 2006 Pazartesi
Mad World
17 Aralık 2006 Pazar
"Free" Jazz
Konser gerçekten inanılmazdı..Brecker'ın doğaçlamaları, Timuçin Şahin'in elektronik müzikle cazı harmanlayan farklı soundu, diğer grup üyeleri basçı Kai Eckhardt (takip edilesi) ve davulcu Sean Rickman'ın müthiş performansları..Konser bittiğinde saat 11 olmuştu..yarım saat arayı çıkarsak bile yine de yeterince uzun ve tatmin edici bir performans..Üstelik üstüne arada ikram edilen kahve..Ankara'yı bu yüzden seviyorum..
16 Aralık 2006 Cumartesi
Hele bir de aylardan Aralık ise bambaşka
15 Aralık 2006 Cuma
Mama... Wagamama
Okul kantinini andıran, diğer müşterilerle dipdibe oturduğunuz uzun masalar ve sandalye niyetine konan tabureler çok rahatsız. İnsan ister istemez bu konseptin müşterilerin bir an önce kalkıp gitmesi ve yeni müşterilere yer açılması için tasarlandığını düşünüyor. Uzun masada size ayrılan alan sadece tabağınızı koymaya yetiyor, bu yüzden telefon, cüzdan gibi eşyalarınızı masanın altındaki özel bölmeye bırakıyorsunuz. Sandalye yerine tabureye oturduğunuz için de ceketinizi mecburen duvardaki çivilere asıyorsunuz. Noodle'ları yerken bir gözünüz de duvarda bu nedenle.
Wagamama'nın sigara içilen alanı yok. Bu benim için gayet uygun olsa da yanınızdaki kişi sigara içiyorsa tatsız oluyor.
Kalın noodle'lar ilgimizi çekiyor ve iki farklı çeşitte kalın noodle sipariş ediyoruz. Garson sipariş numaralarını önümüzdeki servis kağıtlarına karalıyor. Hızlı bir şekilde yemeklerimiz geliyor, içecek olarak "mistik limon ve elma suyu"nu öneriyor garson ama bildiğimizden şaşmayıp birer Efes söylüyoruz. Pek beğenmedim ben kalın noodle'ı. Neyse ki içinde tavuk, karides ve bilimum sebze çeşidi vardı ki yiyebildim.
Yemeklerimizi bitirince garson kurnazca tatlı olarak ne istediğimizi sordu, dikkat edin lütfen, tatlı alıp almayacağımızı değil. Bu tavır üzerine tatlıyı başka bir yerde yemeye karar verdik.
4 atlı bugün çocuklar gibi şendik
yalan aslında hep atar tutarım blogger lar hakkında, bana ne senin sıkıcı hayatından diye, ama yazalım bakalım, yazıcak mevzular geliyo aklıma istanbul olsun prag olsun ama sonra. öpüyorum candan
14 Aralık 2006 Perşembe
En Zor Kısmı Başlıktır
Umarım bu ortak platform daha büyük işler için de bir başlangıç olur..Bugünlük bu kadar..
Mr. TGM
Başlangıç
Örneğin Mr.TGM. Kendisi blog sevgisini genç dimağlara aşılayan öncü bir kişiliktir.
Örneğin Jared Diamond. Evrim biyolojisi konusundaki yazılarıyla bizi aydınlatacak.
Bir diğer yazarımız Bridget Jones. Karşısına çıkan uçakları anlatacak.
Hadi başlıyoruz...