30 Eylül 2007 Pazar

Tub is love

JERRY: So, what's her name?
GEORGE: Karin.
JERRY: Is she nice?
GEORGE: Great.
JERRY: So you like her?
GEORGE: I think so.
JERRY: You don't know?
GEORGE: I can't tell anymore.
JERRY: Well do you feel anything?
GEORGE: Feel? What's that?
JERRY: All right, let me ask you this: when she comes over, you're cleaning up a lot?
GEORGE: Yeah.
JERRY: You're just straightening up or you're cleaning?
GEORGE: Cleaning
JERRY: You do the tub?
GEORGE: Yeah.
JERRY: On your knees, Ajax, scrubbing, the whole deal?
GEORGE: Yeah.
JERRY: Okay, I think you're in love!
GEORGE: Tub is love?
JERRY: Tub is love. So there you are. You've got a nice girl and a clean apartment.

28 Eylül 2007 Cuma

27 Eylül 2007 Perşembe

Facebook nesli Ramazan'ı bozdu

Radikal'in Sanal Alem köşesini hazırlayan Serdar Kuzuloğlu, son yazısında Facebook ve MSN hakkındaki düşüncelerimi aynen aktarmış. Şule Güleç'in klibi özellikle izlenmeli!

http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=sa&haberno=3697

Serdar Abimizi Radikal'deki köşesi, Podcast Rehberi ve radyo programıyla severek takip ediyoruz.

26 Eylül 2007 Çarşamba

Charlotte



"Because everyone else is boring. And because you are different"

Untitled

k: belim ağrıyor.
e: hadi ya, spor filan mı yaptın?
k: hayır, spor yapmadım. periyodum kapıda olduğu için bu ağrıları çekiyorum.

yüzseksenyedi

Dean Thomas, who, like Harry, had grown up with Muggles, ended up closing his eyes and jabbing his wand at the list, then picking the subjects it landed on.
Dodo?

187

Esin sobelemiş bizi. Sıra bende bu defa, ben cevap veriyorum. Demişki, masamiza en yakin kitabin 187. sayfasinin ilk cumlesini yazalım. İşyerimde pek kitap olmuyor doğal olarak. Odamda en yakın kitap, yeni başladım okumaya, Richard Dawkins'in Tanrı Yanılgısı. Yeni başladığım için kitabı tanıtmam saçma olacak, siz ekşi sözlükten falan bakın. Neyse işte 187. sayfanın ilk cümlesi:

"Peter Richerson ve Robert Boyd'un, 'meme' kelimesinin benimsenmemesi için sebepler sunmalarına ve bu ifade yerine "kültürel değişkenler" ifadesini yeğlemelerine rağmen, özenli ve değerli kitapları Not by Genes Alone ile konunun önemini vurgularlar."

Buyrun o zaman. Gayet ilgi çekici bir kitap olduğunu söyleyebilirim şu an.

Sanırım benim de birilerini sobelemem gerekiyor. Kararsız kaldım aslında. Wuthering yazsın, onu dertli gördüm bu aralar. Bir de bir kişi daha yazsın, kendisi karar versin buna. Herşeyi benden beklemeyin di mi ama.

25 Eylül 2007 Salı

pelesenk

dün yol boyu şu şarkı dilime yapıştı bırakmadı

Yol Notları

Arabayı Kayseri havaalanına park edip ücreti peşin ödedim. 1 günlük otopark bedeli 24 YTL.Nevşehir ve yöresindeki turistlerin kaçış güzergahı Kayseri havaalanı..Japon turistler çoğunlukta..İspanyollar ve İngilizler de var..Elimde Haruki Murakami kitabı,etrafımda Japon turistler.."Meraba ben de sizin en meşhur yazarınızı okuyorum" demek istedim,vazgeçtim sonra..Biniş kartını kitap ayracı yapıp uçağa bindim.Her zamanki gibi koridordayım..Daha iyi..Hem yan koltuktakilerle hem de diğer taraftaki koridor koltuğu sahibi ile muhabbet için ideal..Otobüs yolculuklarında yanımdaki ile tek kelime konuşmazken uçaktaki değişimi anlamak zor..Çok mu cosmopolitim ne!!
İskoç bir çift var yanımda..Emekli ikisi de.Glasgow'dan gelmişler,Konya-Ürgüp gezmişler,çok sevmişler,people are very kind,delicious food vs..Türkiye ve İskoçya,ne iş yapıyosun filan derken İstanbul'a indik..Vedalaşıp beni Taksim'e götürücek Havaş'ı buldum..
Sonrası 1 günlük klasik bir İstanbul seyahati..
Yemek,alkol,toplantı,kargaşa,stres,taksi,E-5,son anda yetişilen uçak ve geri dönüş..daha fazlası değil..

23 Eylül 2007 Pazar

Michael Jackson's Moonwalker

Atari salonlarından çıkmadığımız dönemlerde süper oyunlar vardı. Çocuk olduğumuzdan mıdır bilmiyorum, şimdiki en ileri teknoloji oyunları oynarken bile onlardan aldığım tadı alamıyorum. Street Fighter, Final Fight, Snow Bros ve sonraları Mortal Kombat. (heheh bi de Splash! vardı tabi) Bu saydıklarımın hepsinin zevki farklı ama biri var ki onu apayrı bir yere koyarım:


Bu muhteşem oyunda yön tuşlarından başka sadece iki tuş var. Birisi ateş ediyor, diğeri ise o an görünen tüm düşmanları Michael'le beraber dans ettirerek yok ediyor. Kahramanımız MJ -ironik bir şekilde- çocukları kurtarıyor. Her bölümde ayrı bir MJ şarkısı fon müziği olarak eşlik ediyor. Beat it, Bad ve tabii ki Smooth Crim inal.
Peki bu atari oyununu PC'mizde nasıl oynarız? Emulator denen yazılımlar mevcut, bunlar atari, game boy vb. tüm oyunları PC'de oynamaya imkan veriyor. Ben Mame denen yazılımı kullanıyorum. Neredeyse tüm atari oyunlarını çalıştırabiliyor. Gugli'den Moonwalker Arcade diye aratırsanız bulabilirsiniz. Ya da önce Mame'i indirip sonra da oyun paketlerini de indirebilirsiniz.

Bu gece...

...birkaç eksikle de olsa eski ekibi topladık.
Kimler yoktu derseniz, Mr.TGM yoktu örneğin, dodo yoktu, dodo her istanbula geldiğinde yanında olan değerli ablamız yoktu. Peki kimler vardı: herb-horatio-melontheroad, MOS abi, the commander, Mr.Yellow, Mr.MBY ve eşi, çok sonradan Ms.Z ve kardeşi Ms.Z.Jr.
Mr.Yellow, Herbert, Horatio&the commander 4lüsü olarak yemeğe tam 46 dakika geç geldiğimiz için melontheroad bize çok kızdı. Buradan bir kez daha özür diliyorum. Kusura bakmasın. Yandaki resimde beceriksiz Herbert'in melonun servisinin üzerine yazdığı Pardon'u görüyorsunuz.
Asmalımescit mahallesinde Babylon'un olduğu Şeh Bender sokaktaki Otto'dayiz. Pizzalar devasa, ravioli&rissotto rezalet. Votka-fındık ve votka-çakal eriği shotları güzel. Eğer Bloody Mary denemek isterseniz, çöpe atacağınız bir kıyafetle gelmelisiniz çünkü garson bardağın yarısını üstünüze boca ettikten sonra özür bile dilemeden s****rip gidiyor.
Arkadaşlarla sohbet şahane, Otto bahane. Keşke hayat hep böyle olsa.

21 Eylül 2007 Cuma

Bankis'i tanıyalım-1: melontheroad

Melontheroad...
Bankis blogunun tek dişi üyesi.
Sarışın, mavi gözlü, bol neşeli ve hanımefendi.
Ailenin tek çocuğu.
Tek çocuk olmasının etkisiyle biraz şımarık.
İlgi odağı olmayı seven, olamazsa kızan.
Mr.TGM, Herbert ve bendenizin acımasız şakalarına kurban.
"Her gün nasıl gidip geliyorsun" laflarına aldırmayan.
Yaşamın orta yerine tek başına atılıp kendi arzuları doğrultusunda yaşamaya karar veren cesur insan.
Uçaklarla yaşadığı maceralardan sonra sığınacak güvenli bir liman bulan yolcu.

olasılıksız





ilgi çekici bir şeklide başlayan, sinir bozucu bir şekilde biten tuhaf kitap. aslına bakarsanız yeni birşey anlatmıyor. kuantum fiziğiyle ilgili temel teorik bilgileri basitleştirip, istatistik 101 ders kitabıyla birleştirip macera kitabı haline sokuşturulmuş. beyninizi fazla zorlamanız gerekmiyor çünkü film senaryosu gibi yazılmış, her detayı anlatıyor. sonu da aynı bir hollywood filmi sonu gibi pehhh dedirtiyor. açıkçası kitabın arkasını okuyunca daha fazlasını beklemiştim, yeni bir şibumi mi demiştim. ama da vinci şifresinin matrix'e doyduğu an olmuş.

20 Eylül 2007 Perşembe

Kadın milleti

Zevkliymiş

Dün kuzenim Mr.T ile Fenerbahçe-Inter maçını seyrettik. Beni bildiğiniz üzere, herhangi bir takım oyununu bırakın oynamayı, seyretmekten bile zevk almam. Ama yine de FB'liyiz. Saraçoğluna bile gitmişliğim var, o da bir şampiyonlar ligi maçıydı, Glasgow ile oynanmıştı. Hatta o meşhur kel hakem yönetmişti, neydi ismi, hah Collina. Maç öncesi Kalamış Develi'de içilen rakıların etkisiyle dönüşte Mr.T'nin arabasına kusmuştum, o ayrı mesele.

Neyse, Inter maçına dönecek olursak, maç boyunca FB Inter'i kendi sahasında pek dışarı çıkartmadı. İlk yarının sonlarına doğru müthiş bir gol attı. İkinci yarıda 4-5 kere kaleyi zorladı. Ama bunların yanında da sadece 1 gol attıkları için devamlı bir stres oluştu, Inter'in nadir de olsa FB kalesine geldiği zamanlarda "aha bu sefer yedik" nidaları eşliğinde tırnak kemirdik. 90 dakika bittiğinde kuzenle tokalaştık. Saat 12ye geliyodu, evin yolunu tuttum.

Bu sabah -inanmazsınız- gazetelerde ilk okuduğum sayfa spor sayfası oldu, yazarları okudum, FB'ye düzülen mehtiyelerden keyif aldım. Zico'nun oyunu soğutmak için neden oyuncu değişikliği yapmadığını anlamaya çalıştım. Golu YouTube'dan izledim vs.vs.

Aslında maç izlemeyi şuna benzetiyorum, hani sevdiğiniz bir filmi izlersiniz de sonra arkadaşlarınızla yorumunu yaparsınız zevkle. Yetmedi, gazetelerdeki eleştirmen yorumlarını okursunuz. Ekşisözlüğe bakarsınız filan. İşte maç izleyenler de aynı psikolojiyle yapıyorlar bence bunu.

19 Eylül 2007 Çarşamba

Aklıma Takılanlar

#Bir doğum günü daha geride kaldı.Rapor yetiştirmekle uğraşırken,yolda eve dönerken,akşam maç izlerken geçti gitti. Hatırlayıp mesaj atan,arayan soran,blogda kutlayan,hediye alan-almayan herkese teşekkürler.
#10 günlük Eskişehir maceram da sona erdi.Eskişehir, Türkiye'de yaşanılası şehirler listesine üst sıradan giriş yaptı.
#Araba kullanırken yemek yememek lazım.Kendinizi bariyerlerde bulabiliyorsunuz bir anda.
#Eurobasket 2007 tahminlerim ışığında bitti.İspanya alır demiştim,son topta yenildiler.Rusya gerçekten haketti.Uyuklarken maçın son 1 dakikasına son anda yetiştim.Olsun.Bizimkiler yine hava gazı.Söylemiştim zaten ilk 8'e giremezler diye.
#Sahurda açığız.

17 Eylül 2007 Pazartesi

Amy Winehouse

Dinleyin, dinletin.


14 Eylül 2007 Cuma

kırtasiye manyağı


kırtasiye manyağı olacağım küçüklüğümden belliymiş zaten. bayılırdım kırtasiyeye girmeye. okulun açılması sırf yaşanacak kırtasiye orgy'si açısından ilginç gelirdi bana. hala da öyle kırtasiye görünce mutlaka girer kalem silgi birşey almadan çıkmam. Office Super Store'a daldım dün kendime hakim olma ihtiyacı duymaksızın. aslında çok sevmiyorum burayı, fazla tertipli. mephisto'nun altındaki kırtasiye daha iyi, kırtasiyesel keşmekeş orada güzelce hissediliyor. bu sefer kendime bir versalit kalem (kim bilir kaç milyonuncu) bir moleskine defter (bunu da aldığıma pişman oldum. ben hor kullanırım defteri çizer karalarım. ama sanki buna illa şiir yazmak lazımmış gibi bi havası var, yalan halbuki) bir paket de şu resimlerde gördüğünüz yaka askı zincirlerinden aldım. niye demeyin çocukluğumdan beri hastayım bu zincirlere. hatta bir ara uçuca biriktirip koleksiyon yapardım. aldığım paketten de 20-30 tane çıktı çocuklar gibi şenim, herşeyi zincirliyorum. insanoğlu tuhaf işte, bir fetiş objesi olarak yaka kartı zinciri

Aklıma takılanlar

Meydanı boş bulmuşken yazmaya devam edeyim.
1-AKP'nin %46 oy almasından sonra Samanyolu, Kanal 7 gibi televizyon kanallarının reklam gelirlerinde bir artış olmuş mudur acaba?
2-Yine aynı sebeple, televizyon kanallarının ve popüler dergilerin %46'nın duygularını okşayacak yayınlar yapmaya başladığını düşünüyorum.
3-Garanti Trink Kart, çok yaratıcı bir ürün ama kullanışı var mı acaba? Kim kredi kartı özelliği var diye çin malı plastik saat takar ki?
4-Garanti Trink Kart reklamında "Who let the dogs out?" diye bağıran MFÖ'nün Ö'sü olmasın sakın?

13 Eylül 2007 Perşembe

Koca Kafalar

Pek televizyon seyretmediğimden Koca Kafaları keşfetmem geç oldu. Neyse ki, YouTube var. Ayrıca Koca Kafalar Tv kendi sitelerinden de yayınlıyor programlarını.
İşte en beğendiğim Koca Kafalar:

1-Ayşe Arman - Kanguruculeyşıns


2-Dale Don Dale

3-Esra Ceyhan


4-Şişkolar

12 Eylül 2007 Çarşamba

Ne garajmış bee!

Türkiye'nin önemli bir sorununun sebebini -ve dolayısıyla çözümünü de- bulmuş bulunuyorum. Bizim niye değeri milyarları bulan icatlarımız yok, bizim gençlerde niye girişimcilik ruhu gelişmemiş, girişimler niye başarısızlıkla sonuçlanıyor? gibi soruların cevabı şu: BİZİM APARTMANLARDA GARAJ YOK.
Bakın en son başarı hikayesine, master yapmaya Amerika'ya giden Serhat Pala, evinin garajında kurduğu TestCountry firmasını 3 yılda 10 kat büyütmüş, ödül kazanmış. Serhat kardeşimiz, herkesin evinde yapabileceği testleri (hamilelik, drug-test, DNA vb.vb.) internet üzerinden satan bir websitesi kurmuş, cirosu 2,5m USD'yi aşmış.
Bilindiği gibi Windows, Google, YouTube, Apple filan hep kurucularının evindeki garajda başladı. Acilen eve bir kapalı garaj yaptırıyor ve bu konuda devletten yardım bekliyorum. Açın Türkiye'nin önünü. O zamana kadar Tepebaşındaki katlı otoparktayım. Beklerim.

The Fountain-Yorumlu

Bazı filmler var, bazı arkadaşlar herkes izlesin herkes çok sevsin istiyor. Onlara neyse? The Fountain de bunlardan birisi.

Film boyunca 3 farklı Hugh Jackman'in bir şeyleri kurtarma macerasını izliyoruz. Birincisi içinde bulunduğu şeffaf küredeki ağacı kurtarmaya çalışan yogacı Hugh;


ikincisi İspanya'yı ve kraliçeyi kurtarmaya çalışan savaşçı Hugh;


üçüncüsü de hasta olan karısını kurtarmaya çalışan veteriner Hugh.


Film boyunca bu üç hikaye birbiri içine geçip duruyor, o yüzden filmin takibi biraz zor. Bir de yogacı arkadaşın tek yaptığı arada sırada ağacı okşayıp kabuğundan yemek dolayısıyla bu yogacı sahneleri filme durgunluk getirmekten öteye gidememiş. Savaşcı ve veteriner arkadaşların hikayeleri ilgi çekici ama film bittiğinde "ee nee oldu ki yani?" demekten kendimi alamadım. Herhalde filmi tavsiye eden arkadaşımız -şimdi isim vermeyelim-, benim göremediğim bir şeyler gördü, benim alamadığım bir tat aldı bu filmden.

Horatio Dorsay

11 Eylül 2007 Salı

shame about the weather

Travis şimdiye kadarki en iyi şarkılarından biri olan My Eyes'a şimdiye kadarki en iyi kliplerini çekmiş. Şahane..

10 Eylül 2007 Pazartesi

Salaşşşş!

Karaköy Balık Pazarında, balıkçıların arasında kalmış, pişmiş balık servisi yapan bir yer var. 4-5 ufak masa ve etrafında tabureler var, pek rahatsız. Zaten yemek de bağırış çağırış geçiyor mekanın balık pazarında göbeğinde olmasından dolayı. Karşınızda Galata Köprüsü ve Haliç, Tur-Yol'un vapurları gelip gidiyor. Hemen önünüzde balık pazarını turlayanlar ve şaşkınlıkla dolanan turistler var. Mekan kimisinin ilgisini çekiyor, güçlükle anlaşıp sipariş veren çıkıyor arada bir. Hamsi, palamut ve istavrit var menüde. Balığın yanına roka, soğan-maydonoz karışımı getiriyorlar. İsteyen ekmek arası da yiyor. Bir de acılı şalgam söyledim mi, demeyin keyfime. Abartı dekorasyonlu, "valet parking"li lüks balık restoranlarından çok daha lezzetli bu ufak yer.

işte gerçek şampiyon


Can arkadaşımız Dodo ve takımı Balıkesir'deki Sualtı Hokeyi Finallerinde Türkiye Şampiyonu olmuş. Bir numarasın diyoruz, milli takımda da görmek istiyoruz. Oleey Oley Oley Oleeeey.

patlak lastik aforizmalari

Haftasonu Ankarada ailesel bir kaçamak yapıp tekrar küçük ilçeme döndüm. Daha ankaradan çıkmadan iki araba doğrudan canıma kastetti. İlki sol şeritten gayet soğukkanlı bir şekilde şerit değiştirip üstüme çıktı. Son anda frene (ve de kornaya) yüklenip mikrometrelik bir farkla kurtardım. 100 m ileride ışıkta yanında durup “az önce beni öldürüyordunuz neredeyse” dedim, cevap vermeyip camını kapatmakla yetindi ama gözlerinden “burası benim babamın tarlası, sen ne hakla geziyosun ki buralarda” ifadesi okunuyordu. ikincisindeyse ben ana caddeden süratli bir şekilde ilerlerken 15-20 m ileride yan yoldaki araba, tapulu malı gibi kullandığı ana yola hiç sağına soluna bakmadan pörtlemekte (çok afedersiniz yırtık dondan fırlarmışcasına) hiçbir sakınca görmedi. Yine acı bir fren ama bu sefer kendisine yetişemedim.

İkisinin ortak noktaları, manyak olmaları dışında, ikisi de kadındı. Trafikte hiçbir zaman acemiliğe kızmam. Kimse anasının karnından hakkinen doğmuyor. Melo da daha çiçeği burnunda şöförken yanına oturup istanbuldan ankaraya gelmiştim. Kaldı ki ben de pek öyle yetenekli bir şöför sayılmam. Ama dikkatsizliğe ve rahatlığa aynı sempatiyi besliyemiyorum. Kadın şöförlere bir garezim yok, genellemelerden de hoşlanmam ama kadın şöförlerin önemli bir kısmında bu iki özellik mevcut. TIR boyutundaki jiplerini daracık yolun sağına çekip mağazaya dalarak trafiği anasını belleyen, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, acaba orda başkası var mıdır diye düşünmeden yan şeride dalan bir sürü kadın şöför var. Ama dediğim gibi genellemeler yanlış. Bu yazıyı yazmamın sebebi de yanlışlığın gözüme sokulmuş olması.

İlçeye yaklaşırken sağda gördüğüm manzara tam fotoğraflıktı. 3 tane şalvarlı başörtülü teyze bir renault toros’un patlak tekerini değiştiriyordu. Manzara çok ilgimi çekti sanırım, durdum. Teyzelere yardım lazım mı dedim ama iş çoktan bitmiş bijonları sıkıyorlardı. Tarlaya gidiyorlarmış.

Bu kadınlar narin ve kırılgan olduklarına, lastik değiştirmenin erkek işi olduğuna ikna edilerek yetiştirilmemiş. O yüzden rahat davranmanın, hata yapmanın ve sonuçlarına katlanmamanın hakları olduğunu düşünmüyorlar, pek çok şehirli kadının aksine. O yüzden kadınlar kötü şöför demek büyük bir eşeklik. Trafikte sağına soluna bakmadan giden, lastiği patlayınca kocasını veya sevgilisini çağıran kadınlar kadın oldukları değil tembel oldukları için böyle davranıyor. Yüzlerce yıldır sırtlarındaki zayıf ve korunmaya muhtaç etiketinden şikayet edip duruyorlar. Bundan kurtulmak için mücadele veren ve kendi sorumluluğunu üstlenmekten çekinmeyen (yukarıdaki 3 teyze gibi ) pek çok kadının emeğinin altına sığınıp, eşitiz biz diyorlar. Ama “zayıflık” ve “korumaya muhtaçlığın” faydaları olan hata yapma hakkı ve sorumluluktan kaçmayı sonuna kadar kullanmaktan geri durmuyorlar. O yüzden kendi lastiğini değiştirmeyen veya musluğunu tamir etmeyen bir kadının eşitlik martavallarının ikiyüzlülüğü duygu asenayı mezarında döndürüyordur diye düşünüyorum.

Not: yaz bitiyor, kış geliyor, benden bekleyin böyle zehir damlayan yazılar

7 Eylül 2007 Cuma

METU Plagiarism

Plagiarism (from Latin plagiare "to kidnap") is the practice of claiming, or implying, original authorship or incorporating material from someone else's written or creative work, in whole or in part, into one's own without adequate acknowledgement.
Okulumuzu hep iyi şeylerle anacak değiliz ya. Buyrun.
Dünyaca ünlü Nature dergisinde yayınlanan bir makaleden bölümler:
Turkish physicists face accusations of plagiarism
  • Almost 70 papers by 15 authors have been removed from the popular preprint server arXiv, where many physicists post their work, by the server's moderators. They allege that the papers plagiarize the works of others or contain inappropriate levels of overlap with earlier articles. This is probably the largest single incident of its sort ever seen on the server, according to physicist Paul Ginsparg of Cornell University in Ithaca, New York, and founder of arXiv. "What these guys did was way over the line," he says.
  • "We carried out a good collaboration," says Mustafa Salti, a graduate student at the Middle East Technical University (METU) in Ankara whose name is on 40 of the withdrawn papers. "Most of our papers have been published in the science citation index journals. Until now no one has claimed that we plagiarize."
  • The trouble began last November, when Salti and another graduate student, Oktay Aydogdu, underwent oral examinations for their PhDs. Although both had an extensive list of publications in gravitational physics, they struggled to answer even basic, high-school-level questions, according to Özgür Sariolu, an associate professor at METU. "They didn't know fundamental stuff like newtonian mechanics," he says.
  • Suspicious, one of Sariolu's colleagues, Aye Karasu, began to look through the duo's publication record. Using Google, she quickly turned up a paper from which it seemed the students had lifted several lengthy sections. By mid-February, faculty members had identified dozens of articles on arXiv that they say seemed to be partly or completely plagiarized.
Efendim iddialara göre bizim ODTÜ fizikteki bazı araştırma görevlileri, sağdan soldan toplayarak makaleler publish etmişler. Tübitak ve ODTÜ'den de iyi parasal destek almışlar. Sonra sözlü mülakatta lise seviyesinde bile fizik bilmedikleri anlaşılmış (burası bana biraz abartı geldi ya), profesörlerden biri bu makaleleri list eden arXiv'e haber vermiş. Sorgulama sonucunda kopya olduğu anlaşılan onlarca makale arşivden kaldırılmış.
Bakalım olayın devamı nasıl gelecek.

6 Eylül 2007 Perşembe

Ozlemisim

Valla hava atmak icin filan yazmiyorum. Ozledim, usenmedim, taaa karsidan atladim geldim. Su anda Migrostan aldigim bira ve cipsle Caddebostan sahilindeyim. Her sey 1 sene once biraktigim gibi. Denizin kenarindaki beton basamaga belli arayla tunemis gencler bira iciyorlar. Bisiklet ve yaya yolunda gezinti yapanlar var. Bu civarda gecirdigim 3 sene ne kadar da guzelmis meger. Bilmiyorum istanbula giris yaptigim ilk nokta oldugundanmidir, bu sahili seviyorum.

Hawaii-beach-coconut-palms-waves-blue sky

Amerika'da yaşayan iki arkadaşım Hawaii'ye tatile gitmiş. Bana göre Hawaii, filmlerde ve belgesellerde gördüğümüz ütopik bir yer olduğu için böyle bir tatilin gerçekleşmesi ilginç geldi.

Battle Royale



mustafar'ın da yeri ayrı ama bu sahne başka

5 Eylül 2007 Çarşamba

The Bourne Insomnia

Amerika ve Avrupa'daki gösterim tarihi 3 Ağustos iken IMDB sitesi Türkiye gösterimini 7 Eylül olarak duyurmuştu. Filmin Türkiye dağıtımcısı UIP ise tarihi 12 Ekim olarak açıkladı. Ivır zıvır filmlerin bile artık dünyayla aynı zamanda gösterime girdiği ülkemizde The Bourne Ultimatum gibi kafadan IMDB Top 250'ye giren bir filmin 2 ay 1 haftalık gecikmesini seyirci affetmez. Ben de affetmedim.

Benim indirdiğim kopya, mp4 formatındaydı ve çok kaliteli ekran görüntüsüne sahipti. [Herbert kardeşim +rep ve emeğine saygılarımı gönderiyorum :)] Rapidshare'in her indirme arasına 1-1,5 saat yerleştirmesi sonucu, ancak dün gece 12'de parçaları birleştirebildim. Tabii ki o saatten sonra huzurlu bir şekilde yatağıma uzanamazdım, ve serinin 3.macerasına balıklama daldım.

İlk iki filminden sonra biliyordum ki en az diğerlerinin ayarında bir film olacaktı The Bourne Ultimatum. Öyle de oldu. Her zamanki Jason Bourne, her zamanki aptal CIA ajanları ve bildik kovalamaca sahneleri. Film tek kelimeyle muhteşemdi.

Bir tek sahnede Bourne'u tongaya düşürdüler, diğerlerinde hep o dövdü, beklenildiği gibi.

Filmin ve serinin sonunu çok güzel bağladılar. Başka serilerde yaşanan "ulan mis gibi film böyle mi biter" dedirtmedi. Filmin sonuyla ilgili bir diğer merakım ise ilk iki filmde olduğu gibi bunda da Moby'nin Extreme Ways'inin çalıp çalmayacağıydı.

The Bourne serisiyle ilgili komik bir durum var, o da filmlerin Türkiye'deki gösterim isimleri. İlk film The Bourne Identity, Geçmişi Olmayan Adam olarak (hadi bu kabul edilebilir); ikinci film The Bourne Supremacy, Medusa Darbesi (hööö??, ne medusası ne darbesi); The Bourne Ultimatum da Son Ultimatom olarak çevrilmiş.

Filmin sonunda Jason Bourne'u öldü sanırken, "hadi be Jason be, sen ölmezsin be" diye tırnaklarımız yerken Bourne'nın hareketlenmesi, ve diğer iki filmde olduğu gibi bitiş müziği olarak "Moby - Extreme Ways" çalması suratıma aptal bir sırıtma ifadesi oturttu.

Süperdi, süper. Sinemalara bir an önce gelse de gitsek.

we'd fight and never lose

4 Eylül 2007 Salı

Deliriyorum canım deliriyorum acı domates gibi kızarıyorum

Bu aralar işler çok yoğun. Öyle ki masa darmadağın olmuş, her şey birbirine girmiş durumda. Rutin, bilindik işler yoğunlaşsa sistematik bir şekilde eritirim ama olay her bölümde farklı canavarlarla savaştığınız bir bilgisayar oyununa döndü. Yapılacaklar listesinde n=10.000 tane şey var, dolayısıyla n-1, n-2 diye ilerlemem bir halta yaramıyor.
Blog dünyasından uzak kalmak istemiyorum. Hem bizim blog için hem de diğer bloglar için bırakılacak çok yorumum var. Okuyorum ama yorum yazamıyorum. Bloga yazmak istediğim çok konum var, yazamıyorum. Örneğin, Esin Hanım sobelemiş bizi. Ya-za-mı-yo-rum.
Haberiniz olsun.

yollarda bulurum seni






İş gereği bir süre anadolunun küçük bir ilçesindeyim.
İnsan sevdiklerini arkadaşlarını göremeyince daralıyor tabi.
Ama arkadaşlarım da benim gibi olunca bir yer de buluşuyor insan.
İşte iç anadolu bozkırında bir benzin istasyonu
İşte TGM ve ben
Posted by Picasa

Eurobasket Day 1


#İlk maçta Litvanya milli takımımız karşısında zorlanmadan sonuca ulaştı diyebiliriz.Skoru da verelim:86-69.Maç aşağı yukarı beklediğim gibi geçti.Milli takımın hücumda uzunlara 3 lük attırarak değil,savunma yaparak sonuca gitmesi gerekirdi.Takımda Semih Erden haricinde 3lük denemeyen kalmadı.Bu kadar statik bir hücum düzeninde bunlar kaçınılmaz.
#Nba'de oynayan oyuncularımızdan fazla şeyler bekliyoruz.Sonuçta Memo da Hido da yıldız değil birer takım oyuncusu.Dün ikisi de etkisizdi.Hido alışılmış zorlamaları ve zor pozisyondaki atışları ile takımı yaktı.Memo içinse dün dediklerim geçerli.Ona uygun setler üretemezsek Memo'dan fazla bişey beklemek lüks olur.Pota altında aldığı topları bile kullanamadı dün.
#Litvanya, guardlarının etkili oyunları sayesinde kazandı.Nba'de fazla şans bulamayan Jasikevicius ilk çeyrek dışında takımını iyi yönetti.Zaten bir basketbol ekolü olan Litvanya başlarında iyi bir point guard olunca durdurulması zor bir takım.Onlara karşı kazanmak için öncelikle savunmada yeterli sertliği göstermek lazım.Dün biz bunu hiç yapamadık.
#İlk günün sürprizini Hırvatları yenen Letonya yapmış.Bu akşam Almanya ile oynayacak bizim takım.Dün Çeklere 35 atan Kaptan Dirk'ü durdurup düzgün hücüm edersek en azından başabaş oynarız.Bu maçta guardlarımızın daha etkili olabileceğini düşünüyorum.Maç 21.30'da Ntv'de..Mr.TGM Mallorca'dan bildirdi..

3 Eylül 2007 Pazartesi

Eurobasket 2007


Eurobasket 2007 bu akşam İspanya'da başlıyor.Türkiye C Grubu'nda Litvanya,Almanya ve Çek Cumhuriyeti ile oynayacak.İlk maç bu akşam Litvanya ile TSİ 21.30'da.Turnuvayı Türkiye'den NTV veriyor.
10 takımın şampiyonluk iddiası var.İspanya ve Yunanistan favoriler.Bence de İspanyollar kendi ülkelerinde bu turnuvayı alır.
Tahminim Türkiye ilk sekize zor girer.Hazırlık maçlarında organize takım görüntüsü vermedik.Guard mevkinde ciddi sıkıntılar gözüküyor.Fizik olarak bu pozisyonda oynayan Engin ve Ender yetersiz kalıyor.Hakan Demirel'den bahsetmiyorum bile.
Bunun dışında hücumda Mehmet Okur'u pivot olarak kullanmak da saçma.Adam NBA'de bütün sezon dış uzun olarak oynadı ve All-Star oldu.Hızlı hücum etmeyi ve adamları doğru yerde kullanmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Neyse bu kadar karamsar olmayalım.Bu adamların ne yapacağı belli olmaz.Geçen sene Japonya'da gördük olanları.
İzlediğim maçların yorumlarını yazabilirsem yazıcam.
Şimdi hava durumu.

lost room

teknolojiyle yakından ilgilensem de bilgisayar oyunu meraklılarından değilim. counter strike vs. gibi fazla hareketli first person oyunlarda oyun tutuyor beni, koridorlar hoplamalar zıplamalar derken midem bi tuhaf oluyor. civilization tarzı strateji oyunlarını da denedim, onlar da çok sıkıcı. otomobil yarışı desen fena değil ama o da bi yere kadar. adventure oyunları seviyorum ama. başından sonuna bitirdiğim pek az oyunun tamamı bu tarzdır zaten. işte onlardan en çok yer edeni, en beni benden alanı: sanitarium. üniversite zamanıydı, 1 haftam yemek yemeden, dışarı çıkmadan bu oyunun başında geçmişti. en zor ve en keyifli stage'i olan 2. stage'in bir kısmında 2 gün tıkandıktan sonra çözüm duş alırken aklıma gelmişti de, "taşı çana at. taşı çana at" diye haykırarak arşimetvari bir telaş ve çıplakla fırlamıştım banyodan. o kadar çok bilgi ve detay vardı ki resmen yanımda bloknotla oynuyordum oyunu, not tuta tuta. hala kendi kendime "mother is the way" diye sayıklarım. sssssssave game deyişi hala kulaklarımda. ama o haşmetli azametli oyuna yakışmayan tırt bir son bölüm koymuşlardı. yine de senaryo müthişti, yine olsun yine oynarım.


nerden esti diyorsanız, lost room'u izledim. lost room sci-fi channel'ın 6 bölümden oluşan mini dizisi. ama internetten edinecekseniz bölümleri birleştirmişler 3 bölüm olmuş. kabaca anlatırsak zaman örgüsünde bir sıkıntı oluyor (ancak bu kadar yuvarlayabildim) ve bir takım eşyalar ve bir oda kendilerine özgü özellikler kazanıyor. bir tükenmez kalem insanı yakarken, bir otobüs bileti sizi belirli bir noktaya anında fırlatabiliyor. bir takım kişiler de belli bir amaç için bu eşyaları ve onların bağlı olduğu odayı arıyor (off göbeğim çatladı spoiler vermemek için).

dizi çok iyi çekilmiş, hakikaten sürüklüyor insanı. benim gibi bilim kurgu hayranları bayılayacak. oyuncular gerçekten çok iyi. six feet under'ın peter krause yine olmayan bıyığının altından gülüyor, ER'ın eskilerinden Julianna Margulies hala çok güzel. aynen sanitarium gibi bir sürü eşya toplamak, onları gereken yerde ve zamanda kullanmak, bilmeceleri çözmek gerekiyor. ama tek ortak nokta bu değil, lost room da çok iyi giderken sonu hiç olmamış. bu noktadan sonrası spoiler okumak için alttaki boşluğu seçin.

hani bu adam kızı için dağları yakmıştı, herşeyden vazgeçmişti. noldu sonuçta mutlu çekirdek aileye dönüştüler sen sağ ben selamet. tamam dizinin sonunda herşey açıklansın diye beklemiyordum ama, biz biyere bağlayamadık kahramanlarımız çok mutlu oldu işte tamam dağılın hali çok rahatsız edici. suratımıza tükürseydiler bi de.

neyse böyle işte meraklılar izlesin.