31 Ağustos 2007 Cuma

Aklıma Takılanlar

1-Bir Cuma akşamını daha evden-aileden-arkadaşlardan uzakta geçiriyoruz be blog..Çok yalnızım be blog..Haftasonu da çalışıyorum be blog..
2-Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesindeyim 2 haftadır..Kayseri'ye 100km. uzakta az gelişmiş bir kasaba burası.Sürekli göç verdiğinden sanırım.1 tane büyük alabalık çiftliği ve bu yörenin önde gelenleri tarafında işletilen bir kaç büyük fabrika-benzin istasyonu dışında kayda değer bir şey yok..Öğretmenevinde kalıp,benzin istasyonunda yemek yiyorum sabah akşam..bi de öğlen..
3-Alabalık füme harika oluyor tavsiye ederim bu arada..Rakı yoktu ama idare ettik..Adamlar yurtdışına pazarlıyor daha çok..Buranın damak tadına ters tabii..
4-Anne baba evleneli 29 yıl olmuş bugün..Vay be diyesim geldi birden..Saygılar sunar, ellerinden öperim kendilerinin..
5-Bitti dağılın..

Lazım da lazım.


Tarih:24 Ekim 2007
Yer:Inonu Stadyumu


Bilet bulmak lazım,zaman bulmak lazım, izin almak lazım,atkı almak lazım,birlikte gidecek adam bulmak lazım,ses kısılıncaya kadar bağırmak lazım.

ciğer vs. körük



şarkı ağlak ama kadın kadın değil yurttan sesler korosu.

29 Ağustos 2007 Çarşamba

oynar gelin görümce

Ne zamandır izlemiyordum düğün tv'yi, dün denk geldim, epeyce hasret giderdik. Bence bir televizyonculuk fenomeni, Türklerin dünya literatürüne bir armağanı. Lost tv dizileri için nasıl bir çığır açtıysa, Düğün Tv de reality tv'de aynı şekilde bir mihenk taşıdır benim gözümde. Bilmeyenler için kısaca özetliyeyim: Düğün TV (yanılmıyorsam) almanya kökenli, Türksat üstünden yayın yapan bir tevizyon kanalı. Almancılar kendi nikah, kına gecesi, sünnet düğünü vb. organizasyonlarında çekilen videoları bu kanala gönderiyor, bunlar da birebir yayınlıyor. Bildiğiniz hepimizin evinde olan düğün kasetleri yani. Öyle kısaltma montaj falan da yok. Aynen başından sonuna, nikahtan göbek atmaya, takı töreninden pastaya herşeyi yayınlıyorlar. Duisburg'dan Ahmetin sünnet düğünü bitiyor, Essen'den Şukufe'yle Mahmut'un düğünü başlıyor. Bir de alttan real-time sms mesajları akıyor, "1.78 boyunda 74 kilo 45 yaşında beyim, hamburg da oturan bir bayanla evlenmek isterim, telefon numaram şu" şeklinde

Acayip hipnotik bir kanal, disk defragmantasyonu izler gibi, insan bir başına oturunca bir daha kalkamıyor. Alamancı düğünleri konusunda uzman oldum bu bağlamda. Şöyle ortak noktaları var:

  • bir kere hepsi çok yüksek tavanlı devasa kapalı alanlarda yapılıyor. öyle böyle değil ama, iki tribün atsan olimpik spor salonu olur, o höstlükte bir büyüklükten bahsediyorum. bir iki tane de değil, hepsi farklı bir salonda oluyor. almanya da bu kadar düğün salonu olması imkansız, uçak hangarı falan kiralıyorlar korkarım.
  • ortam dandanakan meydan muharebesi gibi, mahşeri bir kalabalık. almanyayı içten fethetmişiz haberimiz yok. foton tanecikleri gibi herkes farklı bir yöne gidiyor, kimi göbek atıyor, kimi ağlayan çocuğunun peşinden koşuyor. akıllara zarar bir manzara
  • kadınlar arasında cart mor çok moda. herkes "abiye" kıyafetlerini kuşanmış, saçlar aynı kuaför elinden çıkmış adını bilmediğim bir model. üstler kıvır kıvır, yanlar gergin favorilerden birer kıvırcık perçem bırakılmış. çeşitlilik pek yok. erkeklerde ise korkutucu bir şekilde siyah takım elbiseye siyah gömlek ve siyah kravat moda.
  • halay çok ciddiye alınıyor, öyle böyle değil. bizim bildiğimiz kasap havası, bir sağ bir sol ayak höylörölöy halaydan bahsetmiyorum. sınır kapısında bir eğitim mi veriyorlar bilemiyorum ama almancılarımız halay olayını aşmış. hiç görmediğim acayip komplike figürlerle herkes şaşmadan inanılmaz bir kordinasyon ve ahenkle halay çekiyor. kamera saniye saniye peşinde. dünkü düğünde artık bu işin ordinaryusu olmuş 15 kişilik bir grup vardı, zorluk derecesi 15 olan figürlerle kameranın etrafında tur atıyorlar. bir tanesi pek beceremiyordu, kameranın önünden bir sonraki geçişlerinde kaybolmuştu. zayıf eleman sürüyü yavaşlatmasın diye kendi aralarında yediler korkarım.
  • bir de her düğünde bir kaç tane numune alman var. böyle korkuifadesini gizlemek için surata yapışmış sahte bir gülümsemeyle, zorla çıkarıldıkları pistte göbek atmaya çalışıyorlar, içler acısı
  • takı töreni allahlık, cebe koyma keseye atma yok. herkes gelinle damadın kıçına başına iliştiriyor ve saatleeeer sürüyor.
  • bir de sunucudan bozma kordinatör oluyor her düğünde. olayın akışını yürütüyorum ayağına demir yumrukla yönetiyor düğünü, gerekirse mikrofondan azarlıyor herkesi. tam sopalık.
dünkü ilk düğün çok neşeliydi, kimse oturmadı. gelin de hükümet gibi kadındı vallahi, o değirmentaşı gibi kalçayı o gelinliğe sığdırması bile büyük başarı. pek de hevesliydi zaten sürekli göbek attı. ikinci gelin büyük ihtimalle diyazem almıştı, ölü kurbağa gibi bakıyodu. kara kuru da bişey zaten, çatısı dardı çocuk falan doğuramaz. bi de insan kendi düğününe gelirken göğüslerini de getirir di mi ama.

neyse kaptırdım kendimi amma yazmışım. şu halay olayına biraz çalışmam lazım.

28 Ağustos 2007 Salı

Bodrum-Yorumlu ama öyle yani

sol baştaki benim

Kaş-Yorumlu



Yıllık iznimin 4 gününü geçirdiğim Kaş'ta kaldığım Çakıl pansiyondan
Fotoğrafı izinsiz kullananın canı saolsun..

bulucak.com düzeltme

bulucak.com hakkındaki daha önceki yazıdan sonra site yetkilieri sağolsun ilgilenip bir mail göndermiş. ben ne gerek var üyeliğe demiştim, onlar şöyle bir açıklama getirmiş:

Biz bulucak.com’u geliştirirken kesinlikle normal kullanıcılardan para almak gibi bir niyetle işe girişmedik. Sitemizi kullanarak ticari gelir elde edebilecek seyahat acenteleri, gezi portalleri müşteri kitlemizi oluşturuyor. Bir süre veri topladıktan sonra normal bir kullanıcının günde ortalama 4 sorguya ihtiyacı olduğunu gördük ve bunun üzerinde paketlerimizi pazarlamaya karar verdik. Bu nedenle üyelik sistemini getirmek durumunda kaldık.

bu açıdan düşünmemiştim ben tabi, son derece haklılar. ilgilenip mail göndermeleri bile ne kadar hoş. buradan durumu tekzip edeyim dedim.

26 Ağustos 2007 Pazar

Mola bitti herkes hücrelerine

Yıllık izin adı altındaki bir parmak balın başlayışı pek şenlikli de bitişi hiç hoş olmuyor. Başladığı gibi de bitti arada ne oldu anlamadım zaten. Önce ankara’da bir miktar aile saadeti iyi geldi özlemişim. Sonrada sahil kesiminde kafa dinleme ve scuba.

Sene de bir dalmak biraz seyrek aslında ama ancak fırsatım oluyor. Bir de çabuk doyuyorum. 4 dalış yaptım, 5. olsa dalmazdım. Güzel müzel ama işkencesi çok. Onu hazırla buna bağla dal çık çırpın, nevri dönüyor insanın. Yine bir sürü balık gördüm. Beraber gittiğimiz tecrübeli ekip artık her gördüğüm balığa sevinmememi istiyor ama olsun tadını da ayıramıyorum kendisini de ayıramıyorum, hepsi balık benim için. Bu sene abartısız bacağım uzunluğunda bir orfoz, bolca lagos, bir müren bir de pisi balığıyla tanıştık. Dalışı da bayağı ilerlettim artık, ahlaka mugayir olmayan el işaretlerini bile öğrendim. Ama hala soğuk akıntılarda kendini ısıtmak maksadıyla yapılması gereken işeme faaliyetini beceremedim. Eğitmen basınçtandır alışırsın diyor. Ben aldığım aile terbiyesine bağlamıştım ama o da olur :P

Sonra da istanbulda amaçsız manasız bol gezmeli birkaç gün. Bir kere daha anladım ki istanbul çalışmayanlar için cennet. öğleden sonra sahilde çay içip kitap okumak, sonra enteresan yemekler, geç saate kadar eğlenceler. Ahh ah işi gücü bırakası var insanın. Bu arada ne zaman görüşmediğimiz melontheroad güya beni arayıp buluşma ayarlayacaktı ama tenezzül etmedi. İnsanların sevgilisi olunca arkadaşlarını unutması hiçbir zaman tasvip ettiğim bir durum olmamıştır.

Neyse bitti işte izinde tozlu yollar tozlu dosyalar beni bekler. Aksattığım blogla da biraz ilgileneyim.

24 Ağustos 2007 Cuma

Cumartesi Cumartesi



Tunç Okan'ın yurtdışında çektiği (İsviçre olabilir emin değilim) bir filmdir bu..Cumartesi Cumartesi diye bilinir memlekette..Yıllar önce Trt-3'te izleyip hastası olmuştum..DVD'si çıkmış ilginç bir şekilde..Alın izleyin..Şen aile kasabı rolündeki Jacques Villeret üstadı da analım bir zahmet..

Kapanmış..

Ankara Kavaklıdere Sineması
Tunalı Hilmi Caddesi No:105 / Kavaklıdere

21 Ağustos 2007 Salı

Self-improvement

Kisisel gelisim kitaplarini hic sevmem. Yillar once "ice donuk konusmanin gucu" diye bir kitap okumaya calismistim. Adamcagiz kendi halinde yazmis, ozetle demis ki bir seyin gerceklesmesini istersen onu surekli gercekmis gibi tekrar et, sonunda gercek olur. Sigarayi mi birakamiyorsun, sigara icmiyorum diye kendi kendine tekrar et, sonra birakacaksin, demis.

Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.

Baska bir kitap daha vardi, %100 dusunce gucu idi galiba ismi. O da ayni mantik. Simdilerde Secret var, duyduguma gore o da benzer sekilde. Dusun olsun, icinde o guc var, pozitif dusun pozitif yasa kitaplari.

Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.

Bu tur kitaplara bakisim boyleyken Dogan Cuceloglu amcanin kitaplariyla sarsildim. Ilk okudugum "keskesiz yasam icin iletisim"den sonra "icimizdeki cocuk" beni sasirtti ve korkuttu. Soyle ki yasamimizdaki her hareketin anlaminin cozulmus oldugunu anladim. Niye asabiyiz, uysaliz, alkoligiz, dinciyiz, faaliyet adamiyiz? Hepsi bu kitapta. Neden bir yandan tembellik etmek isteriz, bir yandan da bundan rahatsiz oluruz?

Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.
Yeni Freelander cipim var.

Diger junk, spam kitaplar degil ama bu kitap okunmali. Icimizdeki Cocuk - dogan cuceloglu - remzi.

Bu mesaj Cesme sahillerinden gonderilmistir.

18 Ağustos 2007 Cumartesi

Huzur

Ben oldukten sonra nesilden nesile aktarılacak, torunlarımın dedem hep soyle derdi diyecegi sozumu buldum: huzur, insanın ruzgarı ayak parmaklarının arasında hissetmesidir

16 Ağustos 2007 Perşembe

Bitmeeeez!

Yaz aylarının son günlerini yaşıyoruz. Ne çabuk geçti koca yaz. Bir yandan da askerliğim geliyor aklıma, Adana'nın asfalt eriten sıcaklarıyla boğuşurken bir türlü geçememişti 2004 yazı. Neyse, öyle böyle bitti askerlik. Şimdi düşünüyorum, bu yıl örneğin 1 Kasım'a kadar askerliğim devam etseydi, bu günlerde askerliği henüz yarılamış olacaktım. Askerde adam mı öldürdün derler bu kadar şafağı olana.

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Eggberry - Blackberry

Blackberry cihazlarının üreticisi Research In Motion firmasının Avrupa, Ortadoğu ve Afrika bölüm başkanının soyadı Eggberry imiş. Şaka gibi.

Charmaine Eggberry

13 Ağustos 2007 Pazartesi

Meşhur Susurluk Lattesi



Susurluk'ta mola verince gördüğüm yukardaki manzara karşısında verdiğim ilk tepki "oha" oldu. Elimi yüzümü yıkayıp bir takım azotlu atıkları dinlenme tesisine bıraktıktan sonra şaşkınlığım yerini hayranlığa bıraktı. Şayet İstanbul - İzmir karayolunda mola verilmesi gereken yerlerden birisi Susurluk ve Shaya bunu çok güzel değerlendirmiş. Her ne kadar ben kendim bol köpüklü bir ayranı latteye tercih etsem de Starbucks orada tutar ve tutmuş da zaten.
Posted by Picasa

10 Ağustos 2007 Cuma

Kefken Kerpe Şile Ağva Pansiyon

Kefken Kerpe Şile Ağva Pansiyon hakkında
bilgi almak isteyenler melontheroad'un yazısını okusunlar.
Aman Allahım! Memlekette nasıl bir bilgi açlığı varmış bu yukarıda ismi yazılı beldelere karşı.
Google'dan tam 163 unique visitor, bunların farklı kombinasyonlarıyla blogumuza gelmişler.
Acilen gidilip yeni bilgiler toplanmalı, memlekete faydalı birer evlat olunmalıdır.

bulucak.com

faydalı bir oluşum. gitmek istediğiniz yere thy olsun, atlas olsun, onur olsun bütün havayollarını araştırarak saat ve fiyat alternatiflerini önünüze döküyor. orda saat kaçtaydı burda kaç paraydı diye 40 tane site dolaşmıyorsunuz böylece. ama birkaç sorgudan sonra bedava da olsa üyelik istemesi sinir bozucu. ota b.ka üyelik isteyen sitelerden hazzetmiyorum. o tür sitelerle başetmek için de şu adresi tavsiye ediyorum: http://www.bugmenot.com/

9 Ağustos 2007 Perşembe

Can't you come?

8 yıl önce Fransa'da tanıştığım, şu anda Avustralya'da yaşayan Japon bir kız arkadaşımdan geldi başlıkta yazan bu mesaj(küreselleşme dedikleri bu olsa gerek)Avrupa'ya gelme planı olup olmadığını sorduğumda bana bu cevabı verdi..İçimden geçmedi değil aslında "ulan nereye gidiyosun" diye..Şu 2 haftalık izin dönemini bile plansızlıktan yiyorum Ankara'da..kalk Avustralya'ya git olucak iş mi?Benim gibi tembel ruhlu bir adam için olanaksız..

İzinde okurum diye kitap,dergi aldım bolca..Metin Erksan'ın merakla beklediğim Sevmek Zamanı'nın da Dvd sinin çıktığını turnede öğrenmiştim.Gitmişken onu da aldım.National Georgraphic,futbol ve edebiyat dergileri derken 40 kağıta patladı bu hobimsi şeyler..

Dün akşam önce Random'da içip,sonra Quick China'da çorba ve çin böreği götürdüm.İlginçti.Ankara susuz da olsa akşamlar güzel geçiyor.Mekanların tuvaletlerine girmek zor yalnız baştan söyliyim:)

Annem yemeğe çağırıyor.Gidip bir şeyler atıştırıyım..

8 Ağustos 2007 Çarşamba

sinek



Çok asabiyim bu ara. Tek sebebi de bi sinek. İşim başımdan aşmış, deadlinelar dağları sarmış, ben harıl harıl çalışırken bi sinek musallat oldu. Ama öyle böyle değil belalım oldu resmen. Ben kendimden geçmiş, konstarasyonda yeni nirvanalara ulaşmış şekilde takada takada klavyeyi döverken, bu cehennem zebanisinin konsantre hali sinek gelip kulağıma konuyor. Oradan kovuyorum derhal burnuma ve sırayla yanak, boyun, göz kapağı ve bilumum uzuv. Asla vazgeçmiyor, sürekli tepemde. En nefret ettiğim de kafamın K2 zirvesi diyebileceğimiz arka üst kısmı. Hani bebeklerde bıngıldak olur ya tam orası. Oraya konup konup kalkıyor saçların arasına, bende sinirler harap. İşi gücü bırakıp peşinden koşuyorum hayvanın. 3 saniye sonra aynen yine orda, güvercin kırması mıdır nedir şaşırmadan buluyor aynı yeri. Acaba koktuk mu diye şüphe duyup kendimi kokluyorum ama daha sabah duş aldık yahu. Neyse ki etraftaki herkesin böyle bir belalı sineği olduğunu görüp ferahlıyorum.

Sinekten intikam alma konusunda coyote’nin roadrunner’ı yakalamak için yaptığı gibi planlar yapıyorum, mavi zemin üzerine beyaz çizgilerle ozalitten. Bu sinek (atıyorum) benim 500’de 1’im ya mesela (evet attım), ben de sineğin 500’de 1’i büyüklüğünde bir robot yapıp (viva la nanoteknoloji) sineğin üstüne salma fantazyalarıyla yaşıyorum. O robot ta aynen sineğin bana yaptığı gibi kıçına konacak başına konacak, en meşgul anında (neyse sineğin meşgul anı) bızır da bızır sinirlerini laçka edecek, kulağının üstüne konup konup kaçacak, asla vazgeçmeyecek. Adı da hazır icadımın: sinekzilla. Ó Patent pending.

Ama nanoteknoloji yeterli seviyeye ulaşan kadar elimdeki tek silah rulo haline getirdiğim gazete. Bunu da kullanmak istemiyorum çünkü ölüm o sinek için lüks olur. Onu yakalayıp ayaklarını tek tek tırnak makasıyla kesmek, 1000 tane gözünün her birini tek tek toplu iğneyle pörtletmek, vücuduna vereceğim elektrik için voltlardan volt beğenmek, sinek denen musibeti wushu ve krav maga manyağı yapmak, tanrının gazabı olup üstüne yağmak istiyorum.


Bu konuda yardımcı olabilecek arkadaşlar bağlantıya geçebilir, ya da tanıdığınız bir psikologun numarası da aynı işe yarayabilir. Veya bana bir yavru kedi alın, onu severim ben, stresimi alır, kulağının altını kaşırım, ensesinden seversem tırmalamaz zaten, hem böylece kaçmaya çalışırsa daha rahat sıkarım ümmüğünü.

7 Ağustos 2007 Salı

swing heil

Özür

Blogumuzu başından beri takip etmeyenler için önemli bir bilgi: Herbert diye birisi aslında yok. Kendisi benim yarattığım bir karakter. Mart ayında şu yazıyla bunu itiraf etmiştim zaten.

Horatio iken yapamadığım haylazlıkları, sataşmaları ve spoiler verme gibi edepsizlikleri Herbert takma adıyla yapıyorum.

Yarattığım rahatsızlıktan dolayı özür dilerim.

6 Ağustos 2007 Pazartesi

Home is where my heart is

Birinci perde bugün bitti.Evdeyim.Ayrılalı 2 aydan fazla olmuştu.Dönüşte beni ışıl ışıl ama susuz bir şehir karşıladı.Bir yandan vazgeçemediğim Dire Straits'in Telegraph Road şarkısı..Tam bir yol müziği..Diğer taraftan Elif Şafak'ın Bit Palas'ı geliyor aklıma.Şehir de kitaptaki apartman gibi kokmaya başlamamıştır heralde. Ne alakaysa şimdi..

but believe in me baby and i'll take you away
from out of this darkness and into the day
from these rivers of headlights these rivers of rain
from the anger that lives on the streets with these names
'cos i've run every red light on memory lane
i've seen desperation explode into flames
and i don't wanna see it again

Bir zarfın içine...

memlekette şirket kurmak için önce bi ana sözleşme yazdırmanız gerekiyor. sonra kurucular gerekli kuruluş evrağını imzalıyor. avukatlarınız ya da muhasebeciniz bunu ticaret siciline tescil ettiriyor. şirket ticaret sicil gazetesinden tescil edildikten sonra vergi dairesine gidilip vergi numarası alınıyor. bu sırada bölge çalışma müdürlüğünü de uğranılıp işyeri açılışını yapılıyor.

vergi numarası alındıktan sonra vergi dairesi bir memurunu acaba o şirket gerçekten var mı diye yoklamaya ofis adresine gönderiyor. işte bu hikaye de burada başlıyor.

daha önce kurduğumuz 3 şirketin ikisinin yoklamasında bu memurlarla sıkıntı yaşadım. birincisi -hadi acemiliğe geldi diyelim- bana imzalatabileceği belgeyi ancak şirket ortaklarından birisi imzalayabilir diyerek 2 gün imzalatmadı. Muhasebecimizle konuştuğumda bir zarfın içine 20lira koysaydın, sen de imzalardın, olur biterdi dedi. Şimdiye kadar hayatımda rüşvet vermedim, utanırım, öyle şey yapamam.

İkincisindeki memur abi, sağolsun, biraz daha insaflıydı, belgeyi bana imzalattı. Ama içinde yazdığı bir takım şeylerden dolayı şirkete bikaç bin lira ceza geldi. Muhasebecinin cevabı aynıydı: bi zarfın içine... Offf!

Bu sefer hazırlıklıydım. Gelen abiyi içeri buyur ettim, baktım acayip sorular sormaya başladı, gizlice muhasebeciyi aradım. Bir zarfın içine... Titreyerek kasadan 40 lira çıkardım. Zarfın içine özenle yerleştirdim. Abi benden bir takım belgeler isteyince, gittim belgeleri getirdim, arasına da zarfı yerleştirdim. Sonra çay, kahve bahanesiyle dışarı çıktım ki rahatça alsın alacağını. Bir yandan hala titriyorum. Geri döndüğümde zarf benim tarafımda duruyordu. Allaha şükürler olsun, atlatmıştım bu rüşvet verme seansını. Konuşmanın geri kalanı çok rahat geçti. Bir kaç cevaplayamadığım şey dışında, her şey yolundaydı. Taa ki ben zarfı kontrol edene kadar! Zarfa baktım, zarf hala doluydu. Başımdan kaynar sular döküldü. Zaten rüşvet vermeye çekinen ben, bi de rüşvet almayan bi memura denk gelmiştim. Kim bilir neler olacaktı? Tüm konuşmanın sonunda abiden esaslı bir dürüstlük nutku dinleyeceğim kesin gibiydim. Boyumdan, posumdan mı utanaydım, abiyle muhabbetini yaptığımız ODTÜnün şerefini kirlettiğime mi üzülseydim? Neyse korktuğum gibi olmadı, abi işlerini halletti ve ayrıldı.

Belli bi süre yazı yazamazsam bilin ki ahlak masasından ziyaretime gelmişlerdir.

5 Ağustos 2007 Pazar

Lütfen biraz saygı

Arkadaşlar, biz erkekler salak değiliz. Kadınlara yönelik ürünlerin reklamlarında böyle gösterilmek isteniyor olabilir ama değiliz. De-ği-liz. Örneğin, Braun Silk Epil reklamını ele alalım. Reklamda bir çift, bir de hatunun arkadaşı olan bir hatun (ki sosyal ortamlarda en sevmediğim 3lüdür) etek bakmaktadırlar. Erkek kardeşimiz ısrarla, bu minileri al, sana pek yakışır demekte, kız kardeşimiz ise bilmem ki hık mık demektedir. Erkek kardeşimiz, kızın bacaklarını görme dürtüsüyle ısrarını sürdürünce kız belki haftaya diyerek bacaklarının kıllarla kaplı olduğunu ima eder. Kızın arkadaşı kız da minileri giymesi için minileri alması gerekir konulu Braun reklamını yapar. Kız kardeşimiz Braunla bacak bakımı yaptıktan sonra, dükkandan minileri kaptığı gibi ortama girer. Erkek arkadaşı, keşke o zaman alsaydın, ben demiştim bak ne güzel olmuş derken, iki kız manidar şekilde birbirine bakarlar. NE BU? Bu erkek kardeşimizin rol icabı durumun farkında değilmiş gibi yapabilir. Gerçekte öyle midir? Yani biz havuzda, plajda, FHMde filan sütun gibi pürüzsüz bacaklara bakıp bunların doğası gereği mi öyle olduğunu zannediyoruz? Hayır kıl bu, kadında da erkekte de mevcut.

Grupla gidilen yemeklerde biz erkekler sadece ve sadece mesanemizi boşaltmaya giderken, siz kadınların yukarda sayılan amaç dışında makyaj, kıyafet, göbek ve popo kontrolüne, ve biraz dedikoduya gittiğinizi de biliyoruz. Deniz kenarına tatile gidildiğinde, bikini giyilip denize girilmemesinin sebebini de biliyoruz. Daha bildiğimiz çok şey var da, onları bilmiyormuş sayın.

kirli çamaşırlar

başkalarının tatil vs. fotoğraflarına bakmak ne sıkıcıdır. nezaket icabı ilgili görünmeler, sahte gülücükler, aman da ne güzelmiş yalanları.. ama hepimiz de ısrarla gösteriyoruz birbirimize manzara arka planlı çarpık gülümsemeli resimlerimizi.

eski fotoğraflar öyle değil ama, onlar çok eğlenceli. kişi neymiş ne olmuş, evrim süreci çok ilginç. geçenlerde ortaokulda çektirdiğim bir vesikalık geçti elime. abartısız 3mm genişliğinde 50 cm uzunluğuna bir kafa. ediden büdülüğe geçişi nasıl yaptım ben de bilmiyorum. işim gereği bazen etrafımdaki kişilerin eski kayıtlarını ve resimlerini inceliyorum. kadınlarn kaşları 80lerde bumbar kalınlığındayken gittikçe yay gibi oluyor. saçlar zaten tamamen alakasız. erkeklerde ana değişiklik sarkan gıdı ve dolan yanaklar şeklinde baş gösteriyor.

nerden geldi aklına bunlar derseniz, uykum gelmeyince biraz komşu blogları dolaşayım dedim ve şu postla karşılaştım:

http://kaisermuhlen.blogspot.com/2006/09/gecmis-zaman-olur-ki.html

epeyce sırıttım pis pis önce onu söyleyeyim. gezerken gördüğüm resimlerden sağ ve sol baştaki arkadaşların kim olduğunu çıkardım ama takımın kalanı bu resimde var mı bilemiyorum. sağ baştaki arkadaştaki (isme gerek yok :) "ergenlik bunalımındayım, kimse beni anlamıyo zaten" bakışına birşey demiyorum, hepimiz öyleydik. ama sol baştaki "çakma hugh grant" saç stilini dimağım almadı, o yüzden postu burada noktalıyorum. sevgiler :)

2 Ağustos 2007 Perşembe

TGM'nin izinden

Bu yazı bir alttaki yazıyı tavandan indirmek için yazılmıştır.

Efendim, iş nedeniyle güzel Anadolumuzu köşe bucak gezen, acı tatlı bir çok olayla karşılaşan, kah sevinip kah üzülen, buz gibi pınarlardan su içen, tertemiz havayı ciğerlerine dolduran, ılgıt ılgıt esen seher yelini tenlerinde hisseden TGM ve Herbert kardeşlerime özenerek ben de 2 günlük bir turne yaptım.

Rotamız TGM ile aynı: Denizli.

Geçtiğimiz köylerde ilk göze çarpan konu, kadın ve çocukların tarlarda çalışırken, erkeklerin köy kahvesinde bomboş oturmaları. Aksan anlaşılmayacak kadar farklı değil. Denizli düzenli bir şehir. Organize sanayi bölgesindeki bir çok fabrika, bariz bir canlılık katmış kente. Tekstil ve mermercilik en önemli sektörler olarak göze çarpıyor. Pamukkale sebebiyle turizm de mevcut. Ayrıca topraklar da çok verimli.

deathly hallows mantık hatası?

spoiler var, gerçekten (okumak için alttaki boşluğu seçin)

dün aklıma geldi de okuyanlara sorayım dedim. şimdi bu harry, kreacher'a sahte horcrux olan madolyonu veriyo ya. ev cinlerinin tabiatı gereği artık kreacher'ın özgür kalmış olması gerekmez mi? hadi artık çok seviyo ondan yardım ediyor desek bile bir sürü yerde harry'den master diye bahsediyo. anlam veremedim. aman neyse uzadı bu potter meselesi.

Horationtheroad I - AŞTİ

Şirketler sağolsunlar, iş gezilerine otobüsle göndermiyorlar. Bu nedenle öğrencilik yıllarından sonra çok az şehirler arası otobüse binmişliğim vardır. Ancak son iznimde sevgili Herbert'in balonlarının yoğunluğunu bahane ederek Nevşehir Havaalanından beni almaması, ODTÜ'deyken sık sık ziyaret ettiğim a-nkara ş-ehirlerarası t-erminal i-şletmesine tekrar uğramama vesile oldu.

Hemen belirteyim, özlememişim. Bağıra çağıra bilet satan herifler, tıkış tıkış yazıhaneler, bekleme koltuklarına oturmak yerine dizleriyle dirseklerini birleştirerek çömelen vatandaşlarımız filan hepsi aynı. Sadece tahammül edilmez derecede pis kokan tuvaletlerin yerini tahammül edilmez derecede pis kokan "wireless" tuvaletler almış.

AŞTİ'ye doğru ilerlerken Ankara'ya da uzun süredir gelmediğimi farkettim. En son finansal egzelden iyi anlayan bir arkadaşımın düğününe gelmiştim. Demek ki 3 yılı buluyor. CHP ve AKP kocaman parti merkezleri yaptırmış, ikisi de Eskişehir yolu üzerinde (yanlışım varsa düzeltin sayın tgm). AKP havai fişeklerle seçim zaferini kutlarken en iyi manzara sanırım CHP genel merkezinden izlenmiştir.

1 Ağustos 2007 Çarşamba

Annee, bittii

deathly hallows sonunda bitti.

açık konuşayım ben çok beğendim, özellikle ikinci yarıyı okurken nefes almadım diyebilirim. seriye yakışır, soruları cevaplayan başarılı bir son, epilogue kısmı hariç tabi. rowling zaten güzel anlatırdı, daha da bi güzel kurgulamış sanki bu sefer. bi de gittikçe karanlıklaşan seriye en karanlık noktayı koymuş.

bu noktadan sonrasını kitabi daha okumamış ama okuyacak olanlar okumasın (evet). (okumak için alttaki boşluğu seçin)

detaylı detaylı kitap şöyleydi böyleydi diye anlatmayı düşünmüyorum. benim için doruk noktası snape'in harry'nin gözlerine baktığı yer ve elder wand'la ilgili karışıklıktı. snape iyiymiş tamam ama hala sevmiyorum, insan bi yıkar o saçları dimi.

tüm seriye bakıldığında kitabın gerçek kahramanı ne harry ne dumbledore. her tıkandıklarında konuyu çözen, mantığın sesi hermione tabiki. özellikle son kitapta başarılan ne varsa %80'i bu yavrunun eseridir. bu kararımda filmlerdeki hermione'nin ilik gibi olmasının katkısı var mıdır bilemiyorum.
bi de o ron'u günahım kadar sevmiyorum. 7 kitap boyunca dırdır etmekten başka bişey yapmadı tekne kazıntısı.

tabi gönüllerin şampiyonu iki karakteri anmadan geçmek hayvanlık olur, saygıyla eğiliyoruz.


Beyanat

Niye hep beni buluyor bilmiyorum.

İş dönüşü, yemek öncesi bir nebze nefes almak maksadıyla duş alınmış, saçlar kurulana kurulana banyodan çıkılmış (seri hareketlerle), odanın ortasına kadar gelinmiş ve havlu çekilince minibardan hesap alan kat görevlisiyle karşı karşıya kalınmıştır. Bu noktada bayan okurları baştan çıkarmamak maksadıyla detaya girmiyorum ama hava sıcaktı ve havlu ihtiyacı duymamıştım. Neyse efendim kat görevlisi gayet kayıtsız bi şekilde adisyonu doldurmaya devam etmekteyken ben de el bezi büyüklüğündeki saç havlusunu kendime siper etmeye çalışmaktaydım. Bi yandan da aksiyon planı hazırlıyordum: banyoya mı dönsem, yok tuhaf olur herifi burda bırakıp taze gelin gibi banyoya kaçmak, e böyle de olmaz ki, dur belin etrafını çevirdi galiba havlu, yok lan böyle de şehnaz dilan gibi oldum, herif de minibar hakkında kompozisyon mu yazıyo nedir bi saattir dolmadı adisyon, gördü tabi adonis heykeli gibi vücudu köftehor, ulan yoksa??

Ben hezeyan denizlerinde mayosuz çırpınırken arkadaş gayet sakin adisyonu uzattı bana, o halde neyle imzalamamı bekliyosa. Ben imzalarım siz yarın odadan alın dedim en sonunda, siz bilirsiniz dedi çıktı. Ben de bu sayede 2. kişisel sergimi açmış oldum.

İlki şöyleydi: yine bir yaz günü, yine bir otel odası: duştan çıkılmış, özgürlüğün son raddesinde uyunmaktadır. Gözleri hafif aralayınca başörtülü bi kadının odada dolandığı görülür, gözler dobby’nin gözleri gibi harş diye açılır ve yorgan panikle üste çekilir. Bu sırada dünyanın en normal şeyini yapıyomuş gibi havlu katlamakta olan görevli “napıyo lan bu” edasıyla bakar. 2 saniyelik gergin bi bakışma sırasında ben nerde olduğumu hatırlamaya çalışmaktayımdır. Kadıncağız bi zahmet rahatsızlığı fark eder, “sonra geleyim isterseniz” diye sorar.

Neyse ben de alıştım artık, nudist koloniye falan mı katılsam.